Sayfalar

27 Mart 2011 Pazar

Zürafa sokak olmuş Alageyik... Bir devir daha bitmiş...

En güzel yaşımdayım.. 16.. Yaz tatili. Geçen yıl mahallemizdende, şehrimizdende babasının tayini dolayısı ile taşınıp gitmiş olan arkadaşım gelecek bugün. İstanbul’un altını üstüne getireceğiz  Heyacanlıyım..
Arkadaşım geldi.. Biraz sohbet, muhabbet derken. Birden aklına bir fikir geldi.. “Hadi Karaköy’e gidelim” dedi gülerek. Bir müddet gülüştük, ergenliğe yeni başlamanın verdiği utangaçlıkla, birbirimize bakarak.. O zamanlar, Karaköy deyince akla sadece bir yer geliyordu çünkü….. O meşhur Zürafa sokak..
Vapurdan indik Galata köprüsünü geçtik… buraya kadar çok güzel, tamam burası Karaköy ama hedef nerede ikimizinde bir fikri yok. O birazda işi bana bırakmış.. İstanbul’da yaşayan benim çünkü.. O yıllar öyleydi.. İstanbul’da yaşıyorsanız her yerini bilmeliydiniz. Birileri geldimi nereye derlerse, oralara götürmek zorundasınız. Bu şehirde yaşıyorsan bileceksin.. Biraz dolaştıktan sonra, çareyi birilerine sormakta bulduk ama nasıl soracaktık bu soruyu. Zaten bir utanç var içimizde ne yapacağımızı bile bilmiyoruz bide birilerine soracak cesareti nasıl bulacaktık.. Sanırım 2 saat dolaştık. En sonunda tüm cesaretimi topladım ve köşede duran, yaşlıca, birazda sevimli görünen mili piyango bileti satıcısı amcaya yaklaştım..
-Kolay gelsin amca..
-Sağol evladım.. çekiyomusun bilet..
–EE amca onu çekerizde ben bişey sorucaktım ama..
-Zaten şaşırmadım herkes soru sormak için yanaşıyor yanıma.. Sor bakalım..
-Şeyy amca.. Şey nerde??
-Ney oğlum? Bu ne biçim soru..
-Yaa varya kadınlar falan.. hani çıplak.. şey işte..
O yaşlı şirin amca birden delirdi.
-Lann sen beni ne zannettin. Rezill.. Şu velete bak.. Yaşına başına bakmadan ne soruyor bana.. diye arkamızdan epey bir bağırdı..
Kaçtık, bir kenarda durduk ama kaçarken gülüyoruz.. Heralde 15 dakika gülmüşümdür içine düştüğüm duruma.. Baktık böyle olmayacak.. Sorabileceğimiz tiplerin nasıl tipler olması gerektiğini kararlaştırdık.. Gençten, hafiften serseri kılıklı, kendini bıçkın zanneden tipleri aramaya başladık. Zaten o kadar çoktuki pekde zorlanmadık.. O tiplerden biri bizi aldı kapısına kadar götürdü.. O kapıyı görür görmez içeri girmeye gerek kalmadığını anlamıştım.. Kırmızı yağlı boyayla, sağa aşağı doğru kaydırılarak, çarpık çurpuk harflerle “18 yaşından küçükler giremez” yazıyordu. Kapıda donduk kaldık. Bizi oraya götüren abi.. “e hadi” dedi. “Abi tamamda yaş tutmadı” dedik. Kendinden emin bıçkın delikanlı.. “Hadii”dedi ben hallederim… Halletti…. bizde girdik.. İçeriyi anlatmayayım… Orası başlı başına bir kitap.. Ama o gün amacımız öyle duyduğumuz bir yeri görmekti ve gördük.. Bir nevi milli olmuştuk işte.. O zamanlar sünnetten sonra bu geliyordu.. Milli olmak..
Yıllar geçti bir daha oraya hiç gitmedim. Ama yine ne zaman Karaköy dense hep orası geldi aklıma. Türk filmlerinin değişmez malzemesi, konu sıkıntısı çeken senaristlerin yegane başvurusu. Binlerce hikayenin bittiği nokta, hayatın durduğu yerdi orası.. Ama kapanmış olduğunu duydum geçenlerde.. Zürafa sokak adıda değişmiş O sokağın adı “Alageyik” olmuş.. Kapatılması hayırlıydı belki. Ama nedense hüzünlendim. Benim için hiç bir anlamı olmayan yer kapatılmıştı ama sanki tarihi bir eser yok olmuş gibi hissettim. Nedensiz hüzünlendim. Ergen gençleri, düşündüm. İlk defa çıplak kadın görünce ne hissedildiğini, o kadınların hikayesini, şimdi nerelere gitmek zorunda kaldıklarını… Ne biliyim geçmişi bu güne taşıyamamanın verdiği bir sıkıntı oldu içimde. Gerçi bu tip yerlere bu günlerde ticari anlamda zaten gerek yoktu orası başka ama. Ben orayı hiç öyle görmemiştim.. Saçmasapan gelecek belki ama bana bir okul yada dizginlenmesi gereken hayvansı dürtülerin kontrol altına alındığı bir yer gibi geliyordu.. Çünkü biliyordumki oradaki kadınlar, oralar olmasa, daha başka yerlerde daha bir hayvani şartlarda gene pazarlanacakladı..
Öylesi bir anlamdı işte.. Kapandı ve bence bir dönemin gençliğine şekil vermiş olan Zerrin EGELİLER gibi orasıda tatlımı eğlencelimi bilmiyorum, hafızalarda bir yerde kaldı..
Sonra da Unkapanı kapandı dediler. Yani, Unkapanı plakçılar çarşısı. Zürafa sokaktan daha acı, daha ilginç hikayelerin yaşandığı. Bugün hayranlıkla izlediğimiz insanların hamurlarının ilk yoğrulduğu yer kapanmış bitmişti. Kasetler, o eski kasetler öksüz kalmıştı sanki. Yine bir tarihi eser!, hatıralardaki yerini almış oldu….
Bu iki yer son 50 yılda en çok işlenen, hayatımıza paslı bir çivi gibi saplanmış, hikayelerin bitmeden tükenmeden yazıldığı bu iki mekan.. Kapandı ve artık inandım bir devir bitti. Ama bu yeni devir de yine acı hikayeler, yine hüzün, yine aşk, yine mücadele olacak.. Olacak ama sanki bu sefer daha bir acımasız ya da duygusuz olacak…
Umuyorum Unkapanı’nı da Zürafa sokağıda, oralardaki sömürgeci insan tiplerinide bir dönemin olmazsa olmazları olarak hatırlarız sadece. Oralarda topluca yaşananları, her mahallede yaşamaz, insanları sömüren kişilerinde türemesine izin vermeyiz.. Umuyorum….

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...