Şimdi yazacaklarım beni anlatmıyor benim gözümle başkasını, başkalarını anlatıyorum. Beni yazdıklarımdan dolayı çeşitli kılıklara sokmayasınız diye söylüyorum. :)
Beyoğlu'nu bilirsiniz. 24 saat insanın eksik olmadığı mekanları, sürekli insan akan ana caddesi, kahve kokan ara sokakları. (Arada karışan başka kokular da var ama girmeyelim şimdi o mevzulara. ) Dolaşırken oralarda sanki herkesin bir acelesi vardır, herkes bir yerlere yetişiyormuş gibi düşünürsünüz. Oysa acelesi olan belki hiç kimse yoktur ve hatta hiç kimsenin acil yapılacak bir işi de yoktur. Ama öyledir işte oralar. Her türden insan vardır, iyisi, kötüsü, huylusu, arsızı, yumuşağı, ukalası, çok bilmişi...
İnsan okulu gibidir o cadde. Okumayı bilen caddenin bir başından girip Galatasaray lisesinin köşesinden dünyanın ilk metrosuna, tünele geldiğinde insan sarrafı olmuş olur. Ama kınayan, nefret eden, ayıplayan gözlerle bakmamak şartı ile.
Çok merak uyandırır İstanbul'a gelen herkeste. Sonrasında "bu muymuş" der ama döndüğünde ilk anlattığı yerdir oysa. Alışveriş yapmak için belki de en son tercih edilecek yer gibi görünür ama işini bilene alınacak çok ucuz ve kaliteli malzemeler sunulur o mum kokan pasajlarda..
Bir zamanlar, trafiğe açık olduğu zamanlar, hava kararmaya yüz tutmuşken terk edilirdi oralar. Tutunmak ta bir yerlerde oturmak ta zor olurdu. Uzun kuyruklu arabalar dizilirlerdi peş peşe. Mini ama çok mini etekli abla görünümlü özünde abi olanlar doluşurlardı o arabalara birer ikişer. Gidilirdi karanlık caddede bir yerlere belki de dönmemek üzere... Hemen her arabanın sağ camında belinden bükülerek kafasını arabanın camından içeri sokup konuşmaya çalışan ablalar! olurdu. Bazen sertçe kapı kapatılırdı, bazen hoş gülüşmeler eşliğinde uzaklaşılırdı o arabadan. Ama hava karardığında hepsi bir araba koltuğuna yerleşmiş olurdu...
Sonra Beyoğlu trafiğe kapandı.. Ara sokaklar dışında her taraf yeniden insanların gezip dolaşması için hizmete açıldı. Doldukça şenlendi.. O ablalar akşam saatinde görünmez oldular. Hepsi birden kayboldu. Hepsi birden ya bindikleri arabadan inmediler ya da bilinmeyen mekanlarda yeniden yeşerdiler.
Uzun kuyruklu arabalar da teker teker kayboldu. Önceleri Kadıköy - Aksaray taksi dolmuşu oldular. Şimdilerde antika araba rolündeler.. Siyah beyaz yaşanan günlerdi o günler. Çoğunlukla da gri..
Bir ara, o sokakta bir akşamüstü.. Kahve içiyorum, tabure üstünde, kahvesini ve sunuşunu çok sevdiğim bir mekanda. Hava çok soğuk değil ama serince. Laflıyoruz karşılıklı arkadaşımla... Hatta eski Beyoğlu'nu anlatıyor arkadaşım, eski anıları canlanmış gözünde. Birazda duygu yüklü. Kahvedendir belki ama mekanda çalan müziğin etkisi de çok..
Birden tarihte bir bükülme, geriye doğru bir seyahat etmiş gibi oluyorum. Gözümün önünden yıllar önceki mini etekli abla görünümlü abilerin geçtiğini görüyorum. Ama arabaya yanaşmıyorlar. Kahveciye seslenip sipariş veriyorlar ve yanaşıyorlar tam benim yanımdaki masaya... O minicik etekle tabureye oturmak zor iş olacağından oturmaya çalışırken ayağıma basıyor. Gülümseyerek kenara çekiliyorum ama çekilirken masaya çarpıyorum. Kahve fincanım üstüme düşüyor ve içindeki kahveler onun eteğine sıçrıyor.
Özür vesaire faslını geçiyorum. Hep beraber yandaki masaya geçiyoruz. Evet hep beraber. İçimdeki sesleri anlatamam size. Ama tekliflerini red etmek kabalık olur diye düşündük işte o an için.
Anlatıyor bana bütün hayatını. Yaşı da epey ilerlemiş. Bir alacak tahsili için gelmişler oralara. Ben utana sıkıla onları nasıl gördüğümü anlatıyorum bütün yüzsüzlüğümü takınarak. Ama o bunları duymaktan rahatsız olmuyor hiç. Hatta teşekkür ediyor sürekli. Arada bir duygulanıyor. Biraz daha oturduktan sonra kalkıp gidiyorlar. Arkalarından bakarken, geçmişten bu güne geliveriyorum bir çırpıda. Kafamda hep saçma yerlerde olan biriyle oturmak ve konuşmak. Ne tuhaftı diye bakıyorum arkadaşımın yüzüne. Beni belki de yıllardır sahip olduğum bir önyargıdan çıkarıp alan bir diyalog oluyor. Hayal gibi, rüya gibi. O an o kahvecide önyargılarımı sorguluyorum. Belki de diyorum... Dersimi alıyorum...
Hani vardır ya hepimizin içinde bir köşesinde bir sıkıntı bir dert. Evde otururken, televizyon izlerken, kitap okurken yada her zaman yaptığınız işi yaparken kurtaramazsınız kendinizi o dertten. Rastlantısal karşılaşmalardan sinirlenmek yerine bu durumdan faydalanmak varken. Hep sinirleniriz ya. Sinirlenmemeliyiz. Birileri bize zarar verince hep saldırganlaşırız ya. Saldırmamalıyız. Hayatın içindeki renkleri görmezden gelip tek düze yaşamaya mecbur kalırız ya. Mecbur kalmamalıyız. Bir işi yaparken sıkıldığımız halde ne olursa olsun bitirmeye çalışırız ya. Çalışmamalıyız. Sorumluluk duygusu içinde insanları sorgularız ya. Sorgulamamalıyız. Kötü gördüğümüz şeyleri hiç bir zaman iyi algılayamayız ya. Algılamaya çalışmalıyız.... O dert dedikleriniz şeyleri belki de göndermenin yegane şekli budur...
Kendimizle ilgili en çok bildiğimizi sandıklarımız belki de hiç bilmediklerimizdir.
Etrafımızı algılarken onların da bizi algılamasına izin vermeliyiz. Hayatın içinde ama gerçekten içinde olmalı ve biz olmayı becerebilmeliyiz. Ben ve saz arkadaşlarım değil, "biz" olmalıyız sadece...
Her zaman bir şey olmaya çalışmak yerine bazen hiç bir şey olmalıyız.
9 yorum:
Anlıyorum....Anlıyorum yani...
:) Ne anladığını anlamak istiyorum..
Dinle bak anlatayım: İlk önce şunu yerine oturttum, ben de ne kadar değilim desem önyargılıydım birkaç (!) şeye. (Bak ünlem demek oluyor ki külahıma anlat,sen aslında hala çok katı fikirleri olan bir hanımsın. Bİr nevi gizli itiraf.) Okudukça,başka fikirlerde olanları sakin sakin dinledikçe bazı sert noktalar çatırdamaya başladı; en başta hepimiz insanız,ve sadece benimmiş gibi duran tanrı aslında hepimizin yaratıcısı...
Sonra...anladığım şu oldu ki - aslında üç senedir anladım da işte burada da karşıma çıktı- fazla hırsa harasete lüzum yok,herşeyi bilme numarasına yatabilirsin ancak,bilemezsin ki...E,o zaman burnu büyüklüğün lüzumu yok,hep beraber takılalım şu üç günlük dünyada...
Kabaca bunları anladım :)))Sen ne demek istemiştin? :)
Ben de aşağı yukarı böyle anlatmıştım :)
Ama bir de diyorum ki "ben" değil de "biz" olarak yaşayabilsek. Her şey için hemde. Ülke için, yaşanası güzellikler için, hayat için, insanlık için.. Aslında özünde belki de kendimiz için...
"her türden provakatörler" olmasa o da olacak. Ama öncesinde "birey" olarak bunu benimsemeli herkes değil mi...Uzun iş...Ama olur be ya...O da olur bir gün, olmalı,oldurmalı...
Olacak tabii. Şimdilik az kişiyiz ama başlanınca çoğalırız. Mühim olan ne olacağını bilelim.. Ya da olması gerekenin ne olması gerektiğini. Yani doğruyu bulalım inan bana peşimizden gelen çok olur...
Diğer yazdıklarına haksızlık etmek istemem ama son zamanlarda yazdıkların içinde en beğenerek okuduğum yazındı diyebilirim. Hem içerik hem de anlatım biçimi yönünden nadide bir yazı bence.
Bahisle ilgili ayrı bir yorum yazmak isterken Narda'nın yazdıklarını okuyunca vazgeçtim. Hemen hemen aynı yoruma katılıyorum.
Tek bir ilavem var, o da şu: Ben hala bazı önyargılarımdan kurtulamıyorum. O bazı kısa etekli insanların çıkış kapısını yanlış yerde aradıklarını anlatabilmek gerek onlara. Henüz anlayabildiklerini sanmıyorum.
Çıkış kapısı olduğunu bilseler emin ol koşarak giderler. Ama benim kast ettiğim hayatın içindeki en "öteki" insanları bile anlayabilmenin bir yolu olduğu. Çok da yan gözle bakmanın bize bir şey kazandıramayacağı. Onların olduğu gibi çok değişik türlerin de hayatımızın içinde olduğu. Dışlamak yerine içimize alamasak da yargılayan gözlerle bakmamak gerektiği idi..
Bazen oluyor işte böylesi yazılar da çıkıveriyor. :)
Teşekkür ederim...
Beyoğlu'nda gezmeyi seviyorum.Gezmektense izlemeyi tabi...Sonra kiliseye girip dinlenmeyi :) (oturmaya para alımıyor ,sessiz sakin de biraz farklı atmosferi olsa da dua eden insanlar var içinde)
Galatasaray Lisesine kadar inip oradan da yine yürüyerek yukarıya çıktım ama hiç tramvaya binmek nasip olmadı..Gerçi kafelerinden birinde de hiç oturmadım ya neyse:)
Terkoz Pasajı'ndan ucuz penyeler almışlığım vardır ama :)Zencilerden fırsat kaldığı zamanlarda tabi;)
Mini etekli ablamsı abilerle hiç karşılaşmadım (ya da karşılaştım da farkına varmadım) hoş karşılaşsam ne olur ben yorum yapmam insanlara...Herkesin hayatı kendine roman...
Çok farklı yaşam tarzı olan kişi tanımadım ama onların hayatlarıyla ilgili atıp tutmalara da ben de karşıyım..Herkes yaşadığını bilir..
Neyse ne diyordum,Beyoğlu'nda gezinmek izlemek çok güzel çok...
Yorum Gönder