Hava o kadar güzelki, işi gücü bırakıp kırlarda koşası geliyor insanın. Yüksek bir tepeye çıkıp seyre dalmak, hayal kurmak, uzanmak arzuların götürdüğü yerlere.. Ama istiyor sadece yürek, oda öylesi bir an olup geçiyor zihinden.. Güneşin verdiği enerjiye tapasınız geliyor, sonra bulutlar toplanıyor yeniden.. İçinizdeki enerjide çöpe gidiveriyor birden.. Herhalde diyorsunuz duygu patlaması denen şey bu. Hani ilk görüşte aşk vardır ya, sevdiğiniz birini gördüğünüzdeki heyecan yada yapılan bir gösteriden sonra alkışlanmak.. Yada ne biliyim takdir edilmek herhangi bir sebepten herhangi bir yerde..
Enerji veren her şey aslında içimizde, beynimizin bize fark ettirmeden başlattığı bir elektrik akımı. Aslolan o enerjiyi tetikleyecek güç.. Bu güç kimi zaman güneş olur, kimi zaman sıcacık bir gülümseme, kimi zamanda aniden gelen bir huzur.. Belkide sadece paradır sizi güçlü hissettiren. Özgüven denen şeyde böyle gelişmezmi zaten.. Psikologlar hiç ağızlarından düşürmezler "özgüven" lafını.. Özgüveni tam olan bir adamın başaramayacağı hiç bir şey yoktur derler sürekli.. Tamamen katılıyorum ancak bu özgüven denen şeyi nasıl kazanırız, nedir özgüvenli biri olmanın ön hazırlığı hiç kimse bunlardan bahsetmez... Söyler dururlar "özgüvenli olun" diye.. Hep de aileleri suçlarlar "özgüven kazanmak için ailenin rolu büyüktür" der sıyrılırlar işin içinden.. Tamam ailede, hiç anlamazlarmıki kaç tane özgüveni gelişmiş anne baba vardır memlekette.. 6 yaşında işi biter çocuğun aile ile, artık yeni bir ailesi olmuştur ve en azından 8 yıl o aile ile beraberdir.. Belkide artık ailesinin yanında pek de olamayacaktır. Özgüven kazanmaktan bahseden psikologlar, çocuğun tüm gelişme çağını, kendine olan güvenini yerle bir edecek sınav sistemi ile geçirdiğini görmezlermi.. Hadi başardınız hepsini, en iyi üniversiteden mezun oldunuz.. Bittimi ?? hayır.. Kendinize güveniniz tam gidiyorsunuz ilk iş görüşmesine... Sizi daha sonra arayacağız diyorlar yada aylık yol paranızı ancak karşılayan bir ücret teklif ediyorlar.. Hadi buyrun ilk yenilgi geldi... İkincisi, üçüncüsü... En sonunda baktınız olmuyor giriyorsunuz sınavlara devlet dairesinde bir iş buluruım ümidi ile.. Sınav tamam bu sefer mülakatta eliyorlar sizi, nedenini bilemeden.. Ama hala özgüveniniz müthiş..
Yaş olmuş 25-26.. Ama güveniyorsunuz kendinize olacak bu iş... Özgüven aşılamış!! olan anne babanız hala harçlık veriyor size.. Mahalleden arkadaşlarla akşamı ediyorsunuz, akşam eve gittiğinizde, sessizce oturuyorsunuz bir köşede, nedensiz bir suçluluk duygusu ile.. Aileniz size karşı hep sıcak, annenizde babanızda sabırlı, sizi üstünüze titreyerek büyütmüşler ama yetmiyor yetemiyor.. Kendinizi ispatlamak durumundasınız.. Onların şefkatli yaklaşımları bile güldüremiyor yüzünüzü.. Yavaştan kayboluyor o büyütüp beslediğiniz özgüveniniz, hatta gururunuz. Dönüyorsunuz en başa, size maaş diye yol parasından başka bir şey vermeyen iş yerine ve başlıyorsunuz işe, gururu kırılmış, kaybetmiş biri olarak... Sonrada koşturuyorsunuz, özgüveni yüksek patronlarınız daha çok kazansın diye.. Bir kaç yıl çalıştıktan sonra kendi işinizin patronu olmak için açıyorsunuz bir iş yeri birkaç ortakla. Çünkü içinizdeki özgüven duygusu hortlamış gene.. Bir iki yıl içinde ortaklarınızla kavga ediyorsunuz önce, çalmalar, yolsuzluklar, dolandırıcılıklar, her türlü sahtekarlıklar geliyor peşinden, sonrada dönüyorsunuz en başa.. Bu sefer giden sadece özgüven olmuyor.. Güvenmemeyi de öğreniyorsunuz.. Hayat ya da toplum sizi getirdiği halden sorumlu değil.. Tek sorumlu çocukluk, aile.. Ne kadar kolay değilmi...
Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen gibi psikolog yazarlar bana kızarlar belki bu yazıyı okusalar ama kusura bakmasınlar ben inanmıyorum hiç birine.. Kitaplarda yazılanlar istatistik yada psikolojik doğrular olabilir ama buradan sesleniyorum (kim duyacaksa) psikolojik ortamlar sadece özgüvenle izah edilemez... Aileye de bu kadar yüklenilmez, lütfen birazda toplumsal gerçekler ile yoğurun insanı, aileden çok eğitimcileri yetiştirin önce, ondan sonra bekleyin sosyalleşmesini toplumun. Bakın özgüvensiz adam oluyormu memlekette.. Hiç unutmuyorum bir gün bir derste hocalarımızdan biri... Bir aile tanımlamıştı... Çocuğunu desteklemeli, her sorununu anlamalı, yani sürekli bir iletişim içinde olmalı çocuğun özgüven kazanması için onu eğitmeli gibi laflar ediyordu.. Bende sormuştum ona "Hocam bu tip ailelerde yetişmeyen çocuklar ne olur " diye.. O da "Görüyoruz sokaklarda ki tinercileri, üçkağıtçıları" demişti.. Bunun üzerine "Hocam bana müsaade" dedim.. Anlamsızca yüzüme baktı.. "Müsaade ederseniz layık olduğum yere gidiyorum" dedim. Tabii tüm sınıf bastı kahkahayı.. Amacım hocayı küçük düşürmek değildi elbette ama bu kadar ön yargılı yaklaşmak bizim ülkemize uymaz, uyamaz.. Maalesef psikolog yada sosyologlarımız yurt dışında aldıkları eğitimleri yurdum insanına çevirip uyarlayamıyor.. Belki ukalalık oldu biraz ama kusura bakmasınlar ben çeviri kitaplar yada yabancı kültürlerden alınmış örneklerle topluma bir şey verileceğine inanmıyorum... Ustalardan özür dileyerek...
İyisimi siz , kış günü ne zaman güneşli bir sabaha uyanırsanız bırakın kendinizi doğaya, iş güç de kalsın.. Bakın iç huzur olunca ardından özgüven nasıl geliyor koşarcasına... Haa bir işiniz yoksa da gene koşun kırlara, en azından temiz hava almış olursunuz...
4 yorum:
Hiç de ukalalık değil... Özellikle kişisel gelişimcilerle ilgili paragrafa virgülüne kadar tamamen katılıyorum. Bu nedir ya! Amerikadan kopyala Türkiye'de yapıştırdan başka şeyler değil yazdıklarının çoğunluğu. Batıdan bakarak doğu anlaşılmaz, gözler kamaşır.
Teşekkür ederim.. Beni desteklemenize sevindim.. Çünkü gerçekten çok rahatsız oluyorum adamların sizin tabirinizle kopyala yapıştır psikoloji anlayışlarına..
özgüven ile ilgili söylediklerin çok doğru .doktor olarak da katılıyorum .ancak kış güneşi olsa bile kırlara gitmek istesem deçoğunlukla mümkün değil Çünkü hastalarım beni bekliyor ve ben akşama kadar dört duvar içinde hapisim birçok insan gibi. ama hiç olmazsa işe gitmek için bile olsa yürüyebiliyorum güneşi hissedebiliyorum buna da şükür ..sürekli bir evin hatta bir odanın içinde yaşamak zorunda olanları gördükten sonra şikayet etme lüksüm olamaz
İşte sorunda bu zaten.. "mümkün değil" diyerk kendinizi tembelliğe alıştırıyorsunuz.. Güneş 7:00 de doğuyor sizin hastalarınızla buluşma saatiniz 9:00... Budamı olmadı o zaman c.tesi var pazar var.. Bunadamı imkansız dediniz.. O zaman öğlen arası var, buda olmaz diyorsanız camınızı açın bari... :) Saygılar..
Yorum Gönder