Sayfalar

26 Eylül 2012 Çarşamba

Terörist olmak...

İlk kurşunu kim sıktı hiç bilinmedi. Ama bilinen tek şey vardı. İlk kurşunun sıkılmasına sebep olan çok olay olduğu.
Yaşadığın, inandığın değerlerin bir gün ayaklar altına alındığını görmek nasıl bir duyguysa, doğru bildiklerinin hesabını vermekte o kadar acıdır.
Her suçun bir suçlusu olduğu gibi bir de suçlayanı olur ya. Olur ama ya suçlu suçun suç olduğunu bilememişse. Onun için suç denen şeyler inandığı en yüce değerlerse. Öyle öğrenmiş ya da öğretilmişse. Asıl suçlu kim o zaman. Suç ne öyleyse. Suçlu kim?
Bugün kahramanlık hikayelerini okuduğumuz, örnek aldığımız kişiler gerçekten kahraman mı? Yoksa o yılların azılı suçluları mı? Kaybedenlerden değil de kazananlardan olduğu için bize kadar kahraman mı oldular?

Bugün...
Kemalist olmak suç olmaya başladıysa. Yarın ülkeyi bölmeye çalışanların kahraman olmayacaklarını kim iddia edebilir.
Bugün...
Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak hoş karşılanmamaya başlamışsa. Yarın Atatürkçü neslin yargılanmayacağını nereden bilebiliriz.
Bugün...
Terör örgütünün arkasında milyonlar duruyorken. Yarın kendi ordusunun yok edilmesine seyirci olunamayacağını söyleyebilirmisiniz.

Şimdi size sormak istiyorum...
Dağlarda yol kesen eli silahlı, devletine baş kaldırmış ve devletin kolluk güçlerini öldürerek güçleneceğine inanan bir örgütün elemanlarını coşkuyla kucaklayan milletvekilleri aynı coşkuyla kendilerini koruyup kollamaya çalışan askerlere ve polislere sarılabilecekler mi? Dağdaki adamlara kardeşim diyen bir başka milletvekili yaşadığı ülkenin ordu mensuplarına hiç kardeşim diyebilmiş mi? "Şehitlerimiz var" diyen bir gazeteciye "Olabilir, onlardan da ölenler var" diyen bir şarkıcı bu ülkede hala dinlenebiliyor ve alkışlanabiliyorsa... Soruyorum. Kim terörist? kim değil?

Yıllarını vatanını koruyup kollamaya ve bu uğurda tüm sülalesini yok sayarak yaşamaya adamış bir subaya hiç düşünmeden terörist deniyorsa dağlarda hain pusularda binlerce masum gencin ölümüne  sebep olanlara ne demeli? Hak varsa haklı kim, suçlu kim?

Ordusu tüm geçmişiyle yargılanabiliyorsa ve bu süreçte yargılananlar geçen yüzyılların da hesabını veriyorsa...   Herhangi bir suçtan bahsetmek mümkün olabilir mi?

Terör, ölüm demektir. Yok etmek, yakıp yıkmak demektir. Terörist, bu işleri yapan kişi. Hiç bir amacı yoktur aslında. Farkında olmadan hizmet ettiği güçler ve inandırıldığı değerler vardır sadece. Öylesine inandırılmıştır ki. Uğrunda hayatını da umutlarını da hiçe sayabilir. Kandırıldığını düşünmez çünkü ona göre karşısındakiler kandırılmıştır. Gittiği yolun en doğru yol olduğu defalarca beynine kazınmıştır çünkü. Bir doğrusu da yoktur vicdanı da. Başlarda korkudan destekleyenler zamanla inanarak desteklemeye başlar. Çünkü sırtlarını sıvazlayan bir başka güç bulamazlar. O zaman da terörü terör gibi değil özgürlük mücadelesi gibi algılarlar. Bu seviyeden sonra geri dönüş imkansızlaşır. Bir tek kurtuluşu olabilir. Terörle mücadele eden güçleri destekleyip sahip çıkmak.
Ama sen çıkar bu işin içindeki herkesi terörist ilan edersen... Acımasız olan hep kazanır. Duygusal olan yok olur gider. Gururundan derdini de anlatamaz. Verilen her karara tebessüm ederek bakar. Dik durmaya çalışır ama terörün vicdansız bakışları altında zamanla erir gider...
İşte o zaman üç beş çapulcu olarak başlayan hainlerin artık ne önünde durabilirsin ne de durdurabilirsin. Artık terörist olanlar mücadelesinde haklı. Durdurmaya çalışanlar terörist oluvermiştir... Geçmişler ola...

8 Eylül 2012 Cumartesi

Ben kim miyim??

Kendime ait hatırladıklarım altı yaşından sonradır. Belki önceleri de vardır ama anlam kazanmaya başlaması sanıyorum altı yaşından sonra olmuştur.
O yıllar terör daha başlamamıştı. Çocuktuk. Sağ ve sol bizim için soğan ve sarımsak demekti. Misketlerimiz, gazoz kapaklarımız vardı. Oyunlarımız her zaman online ve canlı bağlantılı olurdu. Her şey ama her şey doğaldı. Organik bile değil. Bu tip tanımlamaları bilmezdik ki.

Okula yaşım tutmadı diye göndermediklerinde üç gün ağlamıştım. Hırs yapıp ablam ders çalışırken kenardan kendi kendime okumayı öğrendim. Herkes çok şaşırdı ama o kadar. Sadece şaşırdılar ve ben okudum hep...
Okul yılları heyecanlı başladı. İlk yıl okulun en popüleriydim. Bu beni gurulandırdı hep ama sanki çok önemli değilmiş gibi sadece kendi içimde yaşadım. Hiç kimseyle hatta ailemle bile paylaşmadım. Sonraki yıllar kayboldum. Belkide o sebeptendir ilkokul iki ve üçüncü sınıfları hatırlayamıyorum pek. Sonra bir öğretmenim beni tekrar canlandırdı. İşte o kadın benim prensesim oldu. Benim gibi bir kurbağayı öperek hayata döndürdü. Uzandı çıkardı beni gitmeye başladığım saçma yollardan. Tam da o yıllarda memleket patlamaya başladı. Mahalledeki abilerime taş yetiştiren ve hızlı koşan çocuktum artık ben. Ama neden yapıyordum bu işi hiç bir zaman bilemedim. Sadece taş taşıyordum ama ön tarafa hiç geçemiyordum.
İlkokul bitmişti artık ama terör çığ gibiydi. Her geçen gün artan olaylar. Ortaokul çocuklarının kravatları ile boğulmaları. Dersten geçmek için tarafını belli eden öğrenciler ve ders geçirmek için propaganda yapan öğretmenler. Tüm kurumlar ya sağda ya da soldaydı. Ülke yönetilmiyor idare ediliyordu. Ve işte tam o sıralar bizim sürekli arıza yapan bir buzdolabımız vardı. Annem istikametimi bulmuştu bile. Okumak imknasızdı çünkü. Buzdolabı tamircisi olacaktım...

Bir sabah sabahın çok erken saatinde uyandırdı annem bizi. O gün yolculuk vardı. Tatil bitmiş artık eve dönme zamanı gelmişti. Tatil dediysem o yıllar deniz kenarı diye bir tatil anlayışı pek olmazdı. Hemen herkes ya köyüne yada bir akrabasına giderdi tatil diye. İşte o sabah evden çıktık otobüse binmek üzere ama binemedik. izin vermediler. Her yan silahlı adam doluydu. Gidemezsiniz dediler. Annem "Ama nasıl olur çocuğu okula kaydettireceğiz" dedi. O anki annemin ses tonunu hiç unutmadım. Beni okula kaydettirecekti yani okuyacaktım.. Anneme deli gibi sarıldım. Ağlamakla gülmek arasıydı işte... İki gün sonra ulaşabildik evimize.

Her yer asker doluydu ama artık korkmuyordum akşam babam eve gelecek mi diye. Mahalledeki abilerimde yoktu. Hem taş toplayacak durumlar da olmuyordu. Akşamları bir yere gidemiyorduk. Sürekli düdükler çalıyordu ama sakin olan bir şeyler vardı. Bozacının sesi de gelmiyordu uzaktan ama olsun tuhaf bir emniyet durumu vardı. Sokaklar boştu ama oyun da oynamıyorduk. Hepsi bir yana da ben okuyordum ya. Hem buzdolabı tamircisinin yeni bir çırağı vardı ve bizim buzdolabı artık bozulmuyordu.

Sonrası işte seksenli yıllar... Büyüdük hep beraber. Kimi zaman çağ atlayarak, kimi zaman zengin olanları çekiştirerek, kimi zaman sigara içerek adam olduğumuz sanarak. Hep kandırıldık. Birileri nasıl isterse biz onların peşinden gittik. En yakın arkadaşlarımız bile bize bazen uzaylıymış gibi geldi ve çaktırmadan ara sıra üstümüzden prim yaptığını gördük. Kazık atmayı öğrenemedik ama bol bol yedik.. Müzik anlayışımız duygularımız her şeyimiz hızlı bir değişime uğramaya başladı. Önceleri bol bol ağladık. Küçük çocukların dramı yüklendikçe yüklendi. Zaten duygusal olan millettik hepten ağlak olduk. Sonra aniden. Çok hızlı bir şekilde eğlenceye daldık. Peş peşe açılan kanallar artık bizim değil birilerinin yaptığı tercihleri incelemeye zorladı bizi. En tehlikeli yıllara girdik. Herkesi ve her şeyi merak edip özenmeye başladık. Birileri öyle istiyor diye. Ve birden az bir zaman önce unutmaya başladığımız terör kavramı tekrar girdi yaşantımıza.. Ama anlayamadık tam. Başka işlerle oyalanır olmuştuk bile o sıralar. Sadece belirli bir bölgede yaşanıyor biz sadece bilmemiz gerekeni anlatıldığı kadarı ile bilebiliyorduk. Bazen de aldatılıyorduk. O yıllar hep bir görünmez adam olsamda gitsem dinlesem ne düşünüyorlar diye isterdim. Teröristlerin arasına sızsam, devlet büyüklerinin toplantısına katılsam. Bilsem öğrensem her şeyi. Bu kadar zor olmamalı diye düşünürdüm hep.

Sonra hayatımın en anlamlı, en karizmatik, en dolu, bazen de en deli adamını toprağa verdim. Kucağımda kapattı gözlerini. Elindeki yüzüğünü alıp parmağıma taktım o an. Hiç yanımdan ayırmadım yıllarca. Çok gençtim daha. Tam da onun için bir şeyler yapabilirim artık diye düşünürken bıraktı gitti beni. Yüzüğü uzun yıllar parmağımdan çıkarmadım. Sonra bir gün, yüzüğü parmağımdan çıkarıp esas sahibine, anneme verdim. Ve bir daha hiç bir zaman hiç bir eşyaya sürekli yanımda tutacak kadar değer vermedim. Ne arabamı defalarca yıkayarak seyrettim. Ne kıyafetlerimi paylaşmayacak kadar korudum. Hiç bir eşyama özel muamele yapmadım.

Büyüdüm, büyüdük. Tüm aile bir şey olduk. Çoğaldık, kalabalıklaştık. Dayı olduk, amca, hala olduk. En zor anlarımda. "Olsun en azından bir ailem var" diyerek rahatlattım kendimi. Bazen gittim annemin yanında oturdum öylesine. O beni anlamadı belki ama olsun ben ondan alacağımı aldım.  Bazı sabahlar uyandığımda dünyada bir ben kalmış gibi hissettiğim anlarım oldu. O zamanlar doğa benim ilacım oldu. Doğanın kucağına bıraktım kendimi. Bana asla yalnız kalamayacağımı anlattılar, kuşlar böcekler ve ağaçlar.
Kimi zaman bırakıp gitmek istedim. En uzaktan başlamak. Kutuplarda yeniden başlamak. Sonra diğer kutba kadar yürümek. Gücüm yettiğince dünyayı anlamak istedim. Anlayıp anlatabilmek için. İnsanlara faydalı olmak istedim. Belki de içimde bastıramadığım liderlik dürtüsünün getirdiği kahramanlık hikayelerimdendir ama bilemedim hiç bir zaman. Birilerine bir şey öğretip kazanmayı en büyük kazanç saydım hep.

Şimdilerde yaşıyorum bana sunulan her şeyi en doğru şekliyle kullanarak. Kimi zaman filmlerde kimi zaman okuduklarımda buluyorum kendimi. Ama hepsinden bir parça. Kimi zaman da yaşadıklarımı kurguluyorum. Duruşumdan vazgeçmiyorum. Çok şey kaybediyorum ama doğru olan hiç bir şeyin yanlış anlatılmasına izin vermiyorum. Doğruya ulaşmak için çok uğraşıyorum. Bazen ukalalık derecesinde muhalif oluyorum ama biliyorum gelişmek için başka çare olmadığını.

Hep istedim bir uğurum olsun. Olmadı. Beceremedim. Şansa çok inanmadığımdan belki ama yine de istedim. Korkularım olmuştur ama özellikle korktuğum hiç bir şey olmadı. Mezarlıklara bile gece gitmeyi sevdim. Babamı hep gece ziyaret etim. Çok kızdılar. Ama başka türlü hissedemiyordum. Gece sadece ikimiz oluyorduk çünkü.

Önümdeki gelecek yıllara bakıyorum ve yaşadığım her yılı son yılım gibi yaşamayı düşünüyorum epeydir. Sağlıklı geçirdiğim her anımı kar sayıyor ve çoğu zaman isteklerim doğrultusunda bir hayat hazırlıyorum kendime. Biliyorum yaşanan her an bir daha olmayacaksa o anki hissettiklerimi de bir daha hissetmeyeceğim. O halde nedir ki hayatın sonunda ulaştığımız nokta. Olanlarla da yapabiliriz her şeyi. Yaşamayı seviyorsak, ne yaşın ne zamanın ne de paranın önemi kalmıyor... Yaşamayı sevmiyorsanız zaten hiçbirine de ihtiyacınız yok...
Yani her iki halde de gereksiz ayrıntılarla boğuşmak niye ki...

Ben kimim sizce? Ben senim aslında. Sen de ben. Aslında tek fark bakıp ta gördüklerimiz. Farklı olan hiç bir şey doğada kendine yer bulamaz... Sonuçta biz kimiz ki... Tek tip varlıklarız işte... Bazen okyanusta bir balık. Bazen bir tırtıl. Bazen de utangaç bir sümüklü...



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...