Sayfalar

22 Şubat 2012 Çarşamba

Yaaa işte böyle...

Dostlar...
Uzun zaman oldu. Bir baktım ezilmiş, büzülmüş, sıkışmış, boynumu bükmüşüm. Teslim olmuş ve hatta vazgeçmişim. Ne için? Bilmiyorum aslında. İstemiş bir "çok bilmiş" ve teslim olmuşum. Otlar halde bulmuşum kendimi. Neden otladığımı bilmiyorum ama. Otla diyorlar otluyorum, otur diyorlar oturuyorum. Çalış diyorlar çalışıyorum. İsteneni yapıyorum sonra da bakıyorum, başka bir şey isterler mi diye.. Yukarıdan aşağı süzüyorlar beni. Burnundan kıl aldırmayan ve yıllarını benim gibileri kullanmak için geçirmiş insanlar. Yıllarını geçirmişler ama bir tek insan kullanmayı öğrenmişler. Bunun adına da sistem demişler... Hatta sorumluluk...

Tuhaf dimi... Bence de..

Ama böyle işte. Hayatın içinde yapılan her şey birileri mutlu olsun diye yapılmıyor mu? Mutlu olması için uğraştığımız kişiler bunun farkında oluyor mu?.. Hayır tabii. Burnu büyüdükçe büyüyor ve seni ezdikçe ezmeye çalışıyor. Ben bilirim derken, senin bilebileceğin bir şeyler olacağını aklının bir köşesinden bile geçirmiyor... Bütün bunlar olurken de senin kafan çalışmasın istiyor. Çünkü aptal olmalısın, güdülmek için. Biat etmelisin, yorum bile yapmadan. Kabul etmelisin söylenen her şeyi. Doğru olduğunu desteklemelisin.. Başka doğrular olabileceğini düşünmemelisin..  Üretmeyi değil, tüketmeyi tercih etmelisin. Fikirlerini kendine saklamalısın ve hiç bir zaman fikir yürütmemeli sadece onaylamalısın. İşte o zaman ne oluyorsun... Uyumlu, çalışkan, başarılı bir personel, bir arkadaş, bir ortak...

Ne güzel dimi... Sanki..

Ama yok, kazın ayağı öyle değil.. Eğer gelişmeye açık olamıyorsan, insanların fikirlerini dinlerim ama kendi bildiğimi yaparım diyorsan, ben ne dersem o olmalı, başkası zaten doğru olamaz diyorsan...
Bir tek şey olursun. "Yalnız adam".
Yüzyıllar boyu da aynı işi yapsan başladığın noktadan öte gidemezsin. Hep kaybeden olarak yaşamaya alıştığından, kaybettiklerini bile kazanç sanırsın. Etrafında oluşan sahte, çıkarcı ilişkilerin farkına bile varamazsın. Çünkü insanlar seni tanıdıklarından yıllardır kandırıyorlardır. Ya da en kötüsü.. Kullanmışlardır ve hala da devam ediyorlardır...

Ne kötü dimi... E tabii..

Öyleyse.. Dostlar.
Dinlemek lazım eşi, dostu, arkadaşı. Paylaşmak lazım bilgi dağarcığında dolaşan her şeyi. Gülümseyerek başlamak lazım yapılan her işe. Zorlamadan, kırmadan anlaşmayı denemek sonra da kavga etmek gerekiyorsa dolu dolu hiç bir şeyi sakınmadan boğuşmak lazım meseleyle. Açık olmak lazım tüm fikirlere, küçüğüne büyüğüne bakmadan. Tecrübenin yıllarla değil yaşanmışlıklarla geliştiğini anlamak lazım. Tecrübeye değil, gerçek bilgiye inanmak lazım. Önceden tecrübe edilip öğrenilen hiç bir şeyi tekrar tekrar denememek lazım. Bir sonuca ulaşmak için bir iş yapılıyorsa, sonuca ulaşabilecek yolu bulmaya çalışmak lazım. Yöntemle boğuşmamak lazım...

E yani...

Burnundan kıl aldırmayı da bilmek lazım. Hem de acıyan şekliyle... Hayat zor çünkü. İçindekilerle anlaşabildiğin kadar gülümsersin.. Yoksa hep "ben" diyerek gezersin... İçindeki seni bulamadan...

16 Şubat 2012 Perşembe

Geç olsun...

Biliyorum geç kaldım. Aşk şarkılarını paylaşamadım sizinle. Aşk nameleri yazamadım. Aşk haberleri verip aşıkları anlatamadım. Sevgili olamadım. Aşık ta olamadım. Aşka da düşmedim ve hatta hiç düşmedim. Bir gün için on gün hesap yapamadım. Ne yaptıysam kendi isteğimle, istediğim an yaptım. Aleni yaşayamadım hiç birini. Dayatılan günlere mahkum olmadım. Ama yinede biliyorum geç kaldım. Anlamını anlatamadım. Hissettiremedim heyecanını. Geçmiş oldum, geçen günlerin götürdüğü anlamlarda anlamsızlaştım...

Her neyse işte.

Kapitalizmin uşağı olmayalım derken, ne varsa elde avuçta hepsini kaybedecek gibiyiz. Bahane güzel ve hatta bayaa da idealist ama.. Maksat hediyeyi geçiştirmek olunca komik hikayelere de gebe olmaya başlayacak gibi. "Aslında hediye vermek te almak ta bizim kültürümüzde yok" diyenler bile var. Ne kültürmüş be arkadaş. Kutlama yapmaya kalkarsın kültüründe olmadığından yan yan bakarlar. Eğlence yapmaya kalkarsın kültürümüzde yok diye eleştirirler. Ne zaman hep birlikte bir şey yapmaya kalksan kültür meselesi ile karşılaşırsın. Peki kültürümüzde ne olduğunu bilen varmı. Saydıklarınızı buralardan duyuyorum ama onlar sizin kendi yöresel kültürleriniz. Aslında kültürde değil alışkanlıklar. Bir şeylerin kültür olarak yerleşebilmesi için yüzyıllar geçmesi gerekir. Dedemler böyle yapıyormuş denen şeyler kültür olmaz. Kimbilir belki şimdi kültürümüzde var dediğiniz şeyler de zamanın para babaları tarafından ortaya atılmış dayatmalardır. Tıpkı bugünlerdeki günler gibi.

Bu kadar zor mu ki. İçinden geldiği gibi yaşayıp, hissettiklerini paylaşmak. Bu kadar zormu korkmadan toplum içinde başka adam olmak. Hep "konu komşu ne der" demek şartmı ki. Hep büyüklerimizin yolundan gitmek mi gerek. Dinleyip anlamak yerine hep boyun eğmek mi çok doğru. E o zaman hep boyun eğeceksen. O zaman neden bu isyanlar ve bu isyancılara hak vermeler. İçimizdeki gizli asi ruh mu? Yanlış olan ortama uymaksa, doğru olan ortamın dışında hareket etmek mi?

Yok sorgulamıycam bu sefer. Sadece bir şeye karşı duruyorsan, duruşunu bozmadan haklılığını da ortaya koymalı ve sadece bir tek konuyla değil hepsiyle birden bir duruş göstermelisin diyeceğim. Hatta aslında geç kalmadın, içinden geliyorsa, tarihin de, günün de, zamanın da bir anlamı yok diyeceğim. Geçsin gitsin zaman, sen içinde bulunduğun anı yaşa, yaşat... Varsın geç olsun...

5 Şubat 2012 Pazar

Bırak aksın...

Bir Kızılderili atasözü der ki;

Sular yükselince balıklar karıncaları yer.
Sular çekilince, karıncalar balıkları...

Kimin, kimi yiyeceğine "Suyun akışı" karar verir...

Su akıyorsa, bırak aksın gitsin. Duramazsın önünde, set te öremezsin. Bir an için durdurursun belki ama seti dolduran su öncekinden daha hızlı, önüne çıkanları dağıtarak akar gider... Anlayamazsın, nerede yanlış yaptığını. Bilemezsin çaresizliğinin çözümünü. Seyreder ve teslim olursun, durduramadığın gücün kırıp dökmesine...

Düşeni durduramayacağın gibi akıp gidenin yolunu da kesemezsin. Su akar yolunu bulur. Ettiğin müdahaleler geciktirir her şeyi. Seni zayıflatırken durdurmak istediğin, her şeyi güçlendirir. Yoğunlaşır tüm duygular, sıkılaşır boşluklar. Sığamaz kabuğuna ve.. Patlar gider hemde onarılması imkansız bir halde..

Bir gün balık olursun, ertesi gün karınca. Doldurduğun barajlar patlarken tutunamazsan eğer, yem olursun tüm karıncalara.. Dolarken içinde kalırsan balıklara...

Akıyorsa bırak gitsin giden yoluna.. O akıntı seni de alacaksa içine alır zaten. Önünde durma.. Geride kalan susuzluğun içinde yem olma. Akıp giden suya uymayı dene... Denemekten korkuyorsan.. Çekil gitsin.. Deneyeceksen de, bırak kollarına götürsün seni de gittiği yere.

Sev, güven, inan... Gerisi zaten içinde...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Son tren...

Hadi hayırlısı. Haydarpaşa açığa çıktı. Ne yapıp edip kapattılar. Yandı olmadı. Çatladı olmadı. Bir daha yandı gene olmadı. E ne yapmak lazım o zaman. Tabii ki kapatmak lazım. Bahanesi de çok zor olmasa gerek. Yeni yol yapmak için. Hızlı tren yapıp çağa ayak uydurmak için... Hemde iki yıl. Biz iki gün öncesini hatırlayamayan millet iki yıl sonra hatırlarmıyız böyle bir garın varlığını acaba?

Önce zihniyetlerin çağdaşlaşması gerekir ama bunu bilen var mı ki. Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir şey. Gerçi dünyadan bize ne. Biz başka ülkeyiz orası tamam ama bazen de bakmak lazım etrafa. İstanbul değerli bir şehirdir. Bu değerleri içinde yaşayan insanlarla değil, tarihiyle, duruşuyla ve tarihi dokusuyla oluşmuştur. Dünya şehridir. Yaşayan herkesin bunu bilerek yaşaması gerekir. Bilmeli ve hak etmelidirler adam gibi yaşamayı. Birileri canı isteyecek yolu kapatacak, sudan bahanelerle köprüyü kapatacak olmadı en önemli ulaşım aracını ortadan kaldıracak. Olmaz be olamaz. Bu şehrin binaları ve içinde barındırdıkları anlık ihtiyaçlara kurban edilemez. Bir iş başka değerler yıkılarak, insanlar mağdur edilerek yapılamaz. Böyle bir işe ne gereksinim ne de çağdaşlaşma denemez... Hiç bir topluma da yakışmaz. Bu düpedüz hakaret demektir...

Kentsel dönüşüm diyerek her tarafları birilerine peşkeş çektiniz hiç laf ettik mi. Etmeyizde. Şehir yenilensin, eski binalar yenilensin tamam dedik. Ama dünyanın göz koyduğu Haydarpaşa garını bu şekilde tahliye etmek çok mantıklı gelmedi. Durup dururken komplo teorileri üretmek istemiyorum ama durmuyor arkadaş. Zihnimde canlanan işgüzar adamların iş bilmez kişilerle yaptıkları pazarlıklar beni tetikliyor işte. Aldığım pis kokular ister istemez midemi bulandırıyor.

Bakıyorum herkes hüzünlenmiş, çalışanlar ağlamaklı. Duygusal bir heyecanla yolluyoruz son treni. Bir daha geri gelmeyecek son treni. Anadolu bağı koparılıp atılıyor bir çırpıda. Umut şehri İstanbul can damarlarından birini kaybediyor. Tamam yenilensin, gelişsin hızlı trenler de olsun ama bu işler hat kapatılarak olmaz. Olmamalı. Nasıl olmalı gerektiğini de ben söylemeyim. Bu iş için çalışan yüzlerce insan var. Bulmalılar bir çözüm. Eminim ki başka yolu da vardı ama. Olmaz. Önce kapat, sonra unutttur ve en sonunda bir bakmışıız. Haydarpaşa oluvermiş bir Fransız oteli... Ya da......

Lütfen bu sefer haksız çıkmak istiyorum... Lütfen...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...