Sayfalar

29 Ocak 2012 Pazar

Nedir ki..?

Yokken varolan, olmadan varmış sayılan. Büyüdükçe küçülen, küçük görünüp büyüyen. Hırslar, ihriraslar, ispatlar, yalanlar...

Bir şey olmak uğruna kaybolmuş hayatlar.

Aslında hayat nedir ki. Nedirki adam olmak. İş sahibi olmak, çalışmak, kazanmak nedir ki. Çok zengin olmak, fakir olmak. Hiç birşey olamamak nedir ki. Birisi olmak. Her şeye sahip olmak nedir ki...

Sen kimsin. ben kimim. Fark yaratmak mıdır esas olan. Önde olmak mı yoksa. Hep kazanmakmı, hiç kaybetmemek mi. Kazananla kaybedenin arasındaki saniyeler midir gerçek kişiyi ortaya çıkaran. Hayatın hızla geçen bir zaman olduğunu anlayamadan zamana karşı direnmek midir yoksa her şey.

Öyleyse nedir ki mutluluk. Uğruna savaşılan aşk nedir ki...Var mıdır tanımlayan, gösteren çizen, anlatabilen. Var mıdır gerçekten yaşadığı her anın değerini bilebilen. Hırsına kurban olmayan. Gururlu olabilen her an ve saniye. Var mıdır vazgeçmeden çabalayan. Var mıdır hep kaybederken kazanacağı günleri görebilen. Var mıdır uğruna savaştığı değerlerin değersizliğini fark ettiğinde savaşına devam eden. Var mıdır hayatın içinde ''aslında sen haklısın'' diyebilen. Yenilen ama kaybetmediğini bilerek gülümseyebilen. Kazanmak için değil, doğru olduğuna inandığı için koşturan. Yaşlanmaktan korkmayan...

Nedir ki sen olmak, ben olmak. Nedir ki yaşamak. Hayat nedir ki. Bir gün gökkuşağı olup bir gün martı olmak. Özgür bir balık gibi yüzerken yem olmak. Namlunun ucundaki kurşun olup saplanmak. Köleyken patron olmak. Kiracıyken sahip olmak. Kiracıyken ezilmek, sahip olunca ezmek...

İnsan olmak, adam olmak bir yerlerde olmak. Yükseleceğin yere bakarken heyecanlanıp, düşeceğin yeri görünce burun kıvırmak....

Sevmek, sevilmek. Severken istemek, sevilirken şımarmak.

Bu mudur bütün bunlar. Bütün bu kırgınlıklar, savaşlar. Bunun için midir. Tatlı bir anı bırakıp gitmek için mi. Doymak bilmeyen nefsimizi beslemek için mi. Yoksa geçici tatminlerin verdiği hazzı alıp mutlu olmaya çalışmak için mi...

Mutluluksa sonuç. O zaman nedir ki mutluluk... Bileniniz var mı ki...

23 Ocak 2012 Pazartesi

Var mı dünyada eşi benzeri...

Vazgeçtim her şeyden. Tamam haklısnız. Siz en doğrusunu biliyorsunuz. Bütün televizyonlar, gazeteler, gazeteciler, sivil toplum örgütleri, okumuş okumamış abiler ablalar, yengeler, dayılar. Kısacası tüm mahalle ve hatta bütün memleket. Hepiniz haklısınız. Bir ben suçluyum, bir ben salağım, bir ben vazgeçemiyorum, inkar edemiyorum. Bir ben olamıyorum.

Çok da ihtiyacınız yok gerçi bana. Çok umurunuzda da değil. Ben olmasam, o olmasa, bazen senden de birileri olmasa ne olur ki. Nasılsa karanlıkların aydınlanacağı yok. Nasılsa kimsenin bir şey olacağı da yok. Bir gün kırmızı, ertesi gün gri, sonraki gün şeffaf olabiliyorlarsa. Uğraşmaya da gerek yok.

Elin adamı benim ülkemde her iki kişiden birinin mağdur olduğu konuyu benden daha iyi anladığını iddia ediyorsa ve bunda da haklı olduğunu düşünenler varsa ve hatta o elin oğlu beni her konuda durmadan suçlu görebiliyorsa. Ben maymunda olurum, timsah ta (ağlıyanından ama)

Tüm dünyaya yayılmışız, nam salmış, titretmişiz cihanı. En eski uygarlık olduğumuzu söyler övünürüz. Osmanlılığımıza bir kelime laf edenin ağzına lafını tıkar, kafasına şaplağı yapıştırırız. Ama sadece eş dost arasındaki kahraman olma çabalarındaki lakırdılarda... Şov dünyasının gönüllü elemanlarıyız. Bir fırsat verseler bak neler yaparız. Ama işte o fırsatı almak için girdiğimiz kılıktan çıkamayınca da kazanılan fırsat ancak bizi malzeme yapar elin adamına...

Yurdum insanı ne olduğunu bulmaya çalışırken. Yurdumun insanlarından olup ta uzaklarda yaşayanların nasıl olmuşsa aklı başına gelmiş, dayanmışlar Viyana surlarına. Püskürtülmek falan dertleri değil. Bir duruş göstermişler. Hemde ırklarından, isimlerinden, soylarından vazgeçmeden. Hem de meselenin ne olduğunu da bilmeden, sarılmışlar bayrağa çıkmışlar yola. Ne olacaksa ülkemin hayrına olsun diye.

Her köşede , her alemde bağıran bağırana ben şu değilim, bu değilim diye. Sorguluyorlar... Ülkemin, ölen hangi değeri için bir çıt çıkaran oldu? Elin adamı benim insanlarımı cayır cayır yakarken, kıtır kıtır keserken, havaya uçururken, sokak ortasında linç ederken... Neredeydi o ırkını, milliyetini bilemeyenler? Her olayda dönmeyi becerebilenler. Neredeydiler? Haberleri mi yoktu. Eğer öyleydiyse, bak şimdi her yerde sayfa sayfa boy boy yazıyorlar. Hadi olun bakalım bir şeyler. Eğer gerçekten ölenlerin hakkını aramaksa maksadınız. Eğer gerçekten birilerinin hakkını koruyor, yanlış işlere dur diyorsanız. Hodri meydan...

Bu kadar yazdım ne bir kimlik ne de bir milletten bahsettim. Ama şöyle bir düşünüp yazılanları her ülkeden biri olarak düşünün bakalım dünyada başka örnek bulabilecek misiniz...?

10 Ocak 2012 Salı

Görüyorsan ışığı, durma git peşinden...

Bir gün,
Kalbin tekmelerse gögsünü, yediğin her lokma, midene kadar yaka yaka inerse boğazından, ciğerinin bir köşesinde hissettiklerin daha öncekilere benzemezse, bacaklarına vücudun ağır gelmeye başlamışsa, yorulmuşsa gözlerin, uğulduyorsa kulakların, uyuşmuşsa heyecanlanan yerlerin ve değmiyorsa vicdanın geçmişine, vermiyorsa gelecekten haber kimseler, bakmıyorlarsa hayatın güzelliklerine göz bebeklerin.

O gün,
Bırak yaşansın hayat en derin köşelerinde. Bırak gitsin herkesler yamacından. Aksın hayat kendi yolunda, sen devam et gelen ışığa doğru. Yürü seni çeken duygularına, koş sıcak kucaklara, sarıl arzularının yarattıklarına.. Arkana bakmamayı becererek yürü...

Eğer durur düşünürsen bir an için gelecek günlerin yoğunluğunu..

Kırlaşmış saçların çatlamış göz kenarların, bükülmüş belin, daralmış için, sarkmış kasların, heyecansız yüreğin, solgun bakan gözlerin, amaçsız kalmış zihnin ve en önemlisi içi dolmamış duyguların...

Sana çok acımasız yansıyacak baktığın her aynadan...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Lodos gibi...

Lodos zamanı çok ters olur her şey. Anlamsız ağrı kaplar her tarafını hassasiyeti olanların. Başı fazla gibi gelir. Alnından ensesine kadar uyuşur tüm hatları. Duvardan duvara vurmak ister rahatlamak adına.

Ilık ılık esiyor tepenin yamacına doğru rüzgar. Yamaca çarpıp yukarı yönleniyor, tepedeki altıyüzelli yıllık çınar ağacının gölgesinde bakışan sevgililere hissettiriyor geldiğini, hatırlatıyor aşk zamanını... Bakışlarını serinletiyor, ürpertiyor heyecanlarını. Dili oluyor duygularının..

Ilık esen rüzgardan şimdi eser yok çok kısa zamanda şiddetleniyor. Başlangıçta verdiği serinlik duygusunun yerinde şimdi fırtınaların yarattığı korku var. Başlangıçtaki hoş duyguların yerinde şimdi nefret var sadece...

İlk aşk gibi tıpkı. İlk öpüş yada... Yüreklerdeki heyecanın yüz kızarıklığındaki pembelik gibi.. Sonraları hayatın cilveleri doluyor o pembeliğin uçuşan tozlarına. Karartıveriyor hayalle başlayan heyecanları... Rüzgar oluyor yüreğinde sonra da fırtına...

Fırtına diniyor.. Üste kalmamış hiç bir şey. Ne varsa gözünün nuru, parçalanmış. Yaralanmış. Ne varsa hayatının anlamı, yitirmiş anlamını, boş kalmış içi.. Ilık başlayan duygular soğuyup sertleşince dokunsan kırılacak kadar hassas oluvermiş.

Ilık esen rüzgarın verdiğini, toplaşan kara bulutlarla beraber gelenler fazlasıyla alıp götürmüşler. Hayatın ılık heyecanları kaybolunca yerine geçenlerin ılık olmalarının hiç bir anlamı kalamamış...

Lodos gibi ılık ama sert esen rüzgarlar belirlemiş tutunabilenlerin gücünü, tutunamayanların sonunu...

3 Ocak 2012 Salı

Yeniden hayat...

Küçük adımlarla başladı her şey. Sonra dik yürüyerek ve en sonunda da koşarcasına. Geldik işte en sonunda ulaşmak istediğimiz yerlere. Bir tarafından girdik son tarafından çıkıyoruz. Önümüz çağıldayan şelale misali fokurduyor, arkamızdan meraklı bakan gözler. Takip edecekler, gelecekler peşimiz sıra. Merakları kendi akıbetlerinden. Bilmiyorlar ne olacağını, anlamıyorlar yaşanılanları...

Sessiz bir köşede oturup, ılık çayını yudumlarken bir anlık kafa kaldırış mesafesinde kesişti gözler. Bir anlık kesişme yıllarca sürecek bir hikayenin başlangıcı oldu. O noktada başladı tüm hikaye, bir an için kafasını kaldıran kız sayesinde. Zaman durdu o an için ve hala da durmakta onlar için...

Hayatın içinde buldu kendini. Fokurdayan şelalenin içinde. Tutunacak kaya bulmak artık tek hedefi. Tutunacak bir dal veya. Sürüklenirken akan suyun içinde arkasına bakmıyor bile. Birileri izliyor çaresizce. Tutunabilse bir yere, belki başlayacak yeniden ilerlemeye hayatın içinde.

Tam da kaybetmişken ümidini, uzaklaşmışken yoğun duygulardan, dalmışken hayatın ters köşesine. Bakışıyorlar bir an için. Gözlerindeki derin manada buluşuyorlar hiç konuşmadan. Anlaşıyorlar kararlaştırmadan. Ayrı noktada ama aynı dünyadalar şimdi. Sebepsiz bir yoğunlukla hemde...

Bir el uzanıyor sırtına. Yakalıyor gömleğinin yakasından.. Kaybolmasın, akıp gitmesin, tutunamayacaksa da ben tutmalıyım diyor. Tutuyor sıkı sıkı. Uzanan eli hissediyor. Dönüp bakamıyor ama içi serinliyor, yanan ateş sönüyor. bir güven kaplıyor her yanını, titriyor. "Artık" diyor "artık olacak..."

Uzanan el hissettiriyor tüm yaşanmışlıklarını. Tuttuğu eli kıyıya çıkana kadar bırakmıyor. Kıyıda hayatın içinde yeniden olmak için kendine yetmek istiyor.

Kesişen bakışlar götürüyor onları, derin ve uzun bir birlikteliğin içine bırakıyor. Beraber atılıyorlar dünyanın gerçeklerine. Savaşarak, boğuşarak, bazen kazanarak bazen kaybederek yaşıyorlar ama hep birlikte yaşıyorlar. Biri darda iken diğeri dara düşeni çekip alıyor darlığından.

Ama en sonundaki çıkışta yollar ayrılıyor. Biri gitmek istiyor öbürü "asla" diyor. Giden adam oluyor. Ama hızla akan derenin içinde boğuşurken uzanan el, her zaman ki el olmuyor. Bu sefer ki el onu yeniden başlatıyor her şeye. Şimdi bilmiyor nereye ama biliyor olacak. Çünkü kendine güveniyor artık...

Önce küçük adımlarla başlıyor her şey. Sonra dikleşiyor sırtı ve en sonunda şu sözcükler dökülüyor. "Hayat yaşamak içinse, yaşayalım başaracağımıza inanarak. Hayat mutlu olmak içinse, korkmayalım kaybetmekten. Hayat kazanmak içinse başlayalım bir köşesinden."

Sonra koşuyor ardına bakmadan ama ardından gelenleri de götürerek...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...