Sayfalar

24 Eylül 2011 Cumartesi

Bir hayat kurtardım sandım...

Bir şeyler yazasım var, aslında yok. Bir şeyler yapasım var heyecanım yok. Şarkı söyleyesim var sesim yok. Aşka düşesim var kadın yok. Film izleyesim var kararım yok. Sanırım benim bir halt yapacağım yok...

Diyerek yapılan bir girişten sonra anlatacaklarımı iyi dinleyin şimdi...

Böyle bir günümde attım kendimi sokaklara. Boştum, sıkılmıştım anlamsız çıktım.. Deniz kenarında bir banka oturup denizi seyrederek konuşan adamlar gibi bir şeyler yapıp kendime geleyim diye düşünmüştüm.

Denizi ve bankı bulmak çok zor olmadı. Oturdum denize bakıyorum. Baktım, baktım, baktım da baktım.. Baktım olmuyor yer değiştirdim. Kayalıklara oturdum. Hatta, taş bile sektirdim. Ayaklarımı suya sokmayı düşündüm ama üşendim.

O havayı bulma çabamdan vazgeçmeye niyetli değilim. Hani rüzgar eser, pardesüsü uçuşur, çok cool bir şekilde denize, batmakta olan güneşe bakan adam var ya. İşte öyle bir havaya girmek, sonra içimdeki sıkıntıları orada bırakıp süper bir fikirle evime dönmek bütün çabam. Ama olmuyor arkadaş..

Sonra birden... Otuzlarında bir kadın geldi yanıma. Yanıma derken çok da yakınıma değil, az öteme. Üstünde uzun bir elbise koluna asılmış valiz türü bir çanta ile dikildi biraz ötemde denizi seyretmeye başladı. Bıraktım kendi derdimi onu izlemeye başladım. Etraf yok oldu sadece o kadın ve ben vardım. Biraz daha yanaştı denize. Kıyıdaki kayalıklara oturdu, bir sigara çıkardı. Sigarası ağzında çantasını kurcaladı, sanırım çakmak arıyordu bulamadı ve etrafına bakınırken beni gördü. Eliyle çakmak yakma işareti yaptı. İşte o an sigarayı bırakmış olmaktan pişmanlık duydum. Elimle bir dakika işareti yaptım. Ateş bulabileceğim kişilerden ateş almak için koşturdum. Baktım olacak gibi değil küçük büfeden bir kibrit aldım kadının yanına gittim ama o yakmıştı sigarasını. Gene de kibriti uzattım.  "Nasıl olsa birazdan bir tane daha içersiniz" dedim. Biliyorum çok salakça bir girişti. Kadın ifadesiz bakıp kafasını çevirdi. Sigarasını içmeye devam etti

Hemen çaprazdaki bankta yerimi aldım. Neden bilmiyorum kadın bir sebepten etkilemişti beni. İkinci sigarayı da çıkardı ve ilk sigarası ile yaktı. İfadesiz bakışın sebebini anlamış oldum. Artık gitmeliyim anlaşılan havaya giremeyeceğim derken. Benden önce kadın kalktı ama denize doğru yürümeye başladı. Yürürken önce ayakkabılarını çıkardı sonra elbisesini... Öylece yürüyerek denize girdi. Boy seviyesine gelene kadar da yürüdü. Merak artık diz boyu olmuştu yanaştım kıyıya doğru. Biraz uzaklaşmıştı ve çırpınmaya başladı. Suya atladım yanına gittim. Kadın resmen intihar ediyordu. Epey bir zorlanarak kıyıya çıkardım. Kıyıya çıkar çıkmaz da sert bir tokat yedim. Kadın o halde ayağa kalktı, kıyafetlerini aldı söylene söylene, yol kenarında park ettiği arabasına binip gitti.. Sırılsıklam halimle orada kaldım. Az önce kibrit aldığım büfeye gittim. Peçete falan bir şey varsa biraz kurulanayım diye. Adam bana bakıp bakıp gülüyordu. "komik olan nedir?" diye sordum. Keşke sormasaydım. "O kadın" dedi. "Arada gelir böyle denize girer gider"... Sustum...

Eve döndüm film izledim. Bir daha canım sıkılırsa deniz kenarına gitmenin iyi fikir olmadığını anladım. Ha birde her denize atlayanın peşinden gitmemem gerektiğini.

Demek ki benden derinlere bakıp hayatını anlamlandıran bir adam çıkmıyormuş...

22 Eylül 2011 Perşembe

Güzel yurdumun güzelliklerinden bir parça...


Yollardayız... Asfalttan yaklaşık iki saat gittikten sonra Geyve sapağından ayrıldık. 


Hamamönü diye bir bölgede durup, gideceğimiz istikametle ilgili son bilgileri teyit ettik.


Çınar ağacının yaşı hakkında fikir yürüttük ve en sonunda yaklaşık 600 yaşında olduğuna karar verdik.


Son koordinatları ve gideceğimiz bölgeleri GPS bağlantılı bilgisayara girdik.


İlk bakacağımız bölgeye geldik. Araçları park ettik. Şelaleye doğru gideceğiz. İlk karşılaştığımız canlı bu arkadaştı ve bizi epeyce bir süzdü. Oralarda ne aradığımızı anlayamamış bir hali vardı..


Usul usul, bölgeyi inceleyerek yürüyüşe başladık. Ortamı ve havayı ne kadar anlatsam boş. Resimlerden anlayın artık...


Bir dere yatağındayız, dere usul usul çağıldıyor ama, ortam inanılmaz hoş kokuyor.

                                     
Derenin içinden bazen tırmanarak bazen de sekerek yürüyoruz.


Söze ne gerek var ki...


Küçük bir şelaleyle karşılaşıyoruz ama asıl hedef bu değil.


Derede canlılık da var ama görüntü vermeye niyetli değiller. Kırmızı pullu alabalık varmış dediklerine göre...


Sülfür mantarı.. Zehirli tabii...

Şelale göründü...

Uzun ve ince bir şelale (Kanlıçay şelalesi) ama alttaki göl oldukça derin ve serin..


Başka bir mantar çeşidi bu da zehirli..


Yengeçler her tarafta ama şirin göründüler. Sanırım ortamdan. Herkes gülümsüyordu nedensiz...


Adını bilmediğim bir çiçek.. Yaprağın hemen kenarından sarkıyordu..


Bir arkadaş kabalakların (kabak değil kabalak) içinde makro çekim yapıyor...


Dönüyoruz...


Tırmandığımız yerlerden inmek daha bir zorlu sanki..


Tekrar arabalara binip zirve yapıyoruz. Kirpiyani yaylasındayız. Kamp kuracak yer bakmaya başlıyoruz..


Yerimizi bulduk. Yerleşmeye zaman kaybetmeden başladık..

Su kaynağımızda hemen yanı başımızda..


Ateş yeri de tamam...


Foto kapanları da kurduk.


Son ayarlarını yapıp bırakıyoruz bakalım gece ne gibi hayvanlar geçecek bölgeden...


Çadırlar kuruldu biraz istirahat zamanı.


Faaliyetler, keşifler yapıldı artık akşam yemeğini hazırlamaya başlamalı. Makarna yapılmış bile..


Kampta akşam hazırlıkları devam ediyor...


Ertesi gün yollardayız. Yolda yol sorduğumuz bir köylü kadın. O kadar şirindi ki. Fotoğrafını çekmek için izin alana kadar neler çektim...


Keşif yaptığımız bölgenin genel bir görünümü. Her türlü hayvan barınıyor. Ayı, ceylan, karaca, tilki. Ha bu arada unutmadan bir gün önce keşif yaparken bir karaca fotoğrafı çektik ama o fotoğraf bende değil maalesef...


Var git çiçeği. Bir nevi çiğdem. Yaylalarda açıyor. Açtığı zaman yaylacıların gitme vaktinin geldiğini de haber veriyormuş. Zaten yaylalardakiler de ufak ufak dönüş hazırlığına başlamışlardı.


Yabani atlar. O kadar güzel koşturuyorlardıki. Özgürlük böyle bir şey dermişcesine...


Yaban hayat fotoğrafçısı olmak kolay mı sanıyorsunuz..


Başıboş dolaşıyorlar ama akşam kendi başlarına ahırlarına dönüyorlar. Zekamı yoksa içgüdümü bilemedim..


Sıklemen çiçeği.


Bu çiçeğin adını bilemedim ama çok hoştu...


Yaylalar bölgesindeki göl. Karagöl.


 Yayla evleri...

Şimdilik bu kadar yeter. Belki daha sonra başka fotoğraflarda yüklerim. Sanırım modaya bende uymuş oldum. Bu fotoğrafları 17- 18 Eylül'de çektim. Doğa insanı bambaşka bir yerlere götürüyor, huzurdan hiç bahsetmeyeyim... Neyse fazla söze de gerek yok. Her şeyi anlatıyor fotoğraflar...





20 Eylül 2011 Salı

Ben bugün doğdum...

Doğmak, hayata başlamak, doktorun popona attığı şaplak ve ilk nefesi çekmek içine ciğerini yakarak.. Tanışmak, dünyalı olmak ve aslında ölümlü...

Yıllar önce bugün , şimdilerde başka maksatlar ile kullanılan bir mekanda çocuk ağlaması yırttı koridorları. İkinci çocuğuna baktı anne yorgun gözlerle. Kızı vardı ve şimdi birde oğlu olmuştu. O zamanlar erkek evlat sanki daha bir prim verirdi kadına. Bundandır belki de baba odayı çiçeklerle donatmıştı. Hiç çiçek almayı bilmeyen babaydı ama bu sefer ne olmuşsa çiçek almıştı işte..

Bugün o kadın, o anne aradı... "Oğlum" dedi.  O çiçekleri hatırladım, babanın ilk ve son kez aldığı o çiçekleri. Seni doğurduğum günü hatırladım dedi. Ağladım dedi oğlum bir saat ağladım... Sen benim hayatımın çiçeği oldun hep dedi... Düşünmedi bunları söylerken oğlunun da hüzünleneceğini. Düşünmedi doğum günlerinin aslında bir kutlama olması gerektiğini. Düşünmedi... çünkü biliyor ve tanıyordu oğlunu. Doğum günlerinin anlamının aslında ana yüreğindeki heyecanda saklı olduğunu bildiğimi biliyordu..

Yıllar önce bir cuma günü sabaha karşı bir saatte geldim ben dünyanıza. O günden bu güne her aldığım nefeste, her attığım adımda bana katkı sağlayanlara, beni yönlendirenlere, beni bu günlere getirenlere yaptıklarımı düşündüm. Daha fazlasını vermek istedim, daha fazlasını hak ettiklerini bildim ama yine de tatmin olamadım. İzinsiz geldiğim dünyada, izinsiz sevdim herkesi.. Doğduğum odadaki çiçekleri unutmayan annemi hep sevdim. Birlikte saç saça, baş başa büyüdüğüm kardeşlerimi de çok sevdim, seviyorum... Kısacası ben hayatı da çiçekleri de şimdi büyüyüp yaşlandığımı göremeyen, annemin unutamadığı çiçekleri odasına dolduran şimdi hayatta olmayan adamı... babamı da çok sevdim... Ben yaşlanırken gençleştim, duygularımın ölmesine izin vermeyen sevdiklerim sayesinde...

Teşekkürler anne...

16 Eylül 2011 Cuma

Güçlü olanların dünyası...

10 bin yıl önceye, yok olmadı 20 bin yıl önceye gidelim. Gidelim ama her şey bugünkü gibi. Teknoloji, binalar, yapılar, aklınıza gelen her şey. Ama yönetim şekli o günkü gibi. Kural yok, güçlü olan kazanıyor. Para da yok, takas yapıyoruz. Ülke diye bir şey de yok dolayısı ile sınırlar da. Kimi insan puta tapıyor, kimi güneşe kimi aya. Bir yaradan var diye bilen de pek yok. Ama var bir inanış... Canlandı mı gözünüzde..?  :)

İnanın bana. Bugünkü kadar savaş, bugünkü kadar kıskançlık ve bugünkü kadar kuralsızlık olmazdı. Bir tek derdimiz olurdu oda karnımızı doyurmak. Sakın olaya sadece dini pencereden bakarak bana saldırmayın. Vermeye çalıştığım şey bambaşka. Lütfen biraz hayal gücü.

Düşünsenize... Gerçekten, güçlü ve akıllı olanlar yönetecek toplulukları. Savaşılacaksa en önde olacaklar. İlk onlar üstlenecek her türlü sorumluluğu. Kimse kimsenin piyonu olamayacak. Kimse kimseyi ezmek için uğraşmayacak.

Hani var ya bir farkımız hayvandan. Düşünme gücü. Hayvandan ayrıldığımız tek farklılığımız. Düşünemiyorsak hayvanız yani. Ama düşünmeyen, sadece beslenen, yada beslendiğini zanneden, karın tokluğuna yaşayan binlerce ve hatta milyonlarca insan var. Biraz ayıp olmuyor mu. Olmaz olur mu, hemde ne ayıp oluyor ama kime ne ki bu ayıptan. Fırsat eşitliği olmayan ülkede ayıptan söz edilemez. O da çalışsın kazansın, kıskanmasın..

Düşünün asker de yok polis te. Zaten istenen de bu değil mi. Askeri de polisi de seven, saygı duyan kaldı mı ki.. Herkes kendi emniyetini alsın işte. Alamazsa birlik oluştursun..

Zor geldi dimi. Evet kafanızdan geçen kargaşayı da karmakarışık ortamları da görüyorum çok net. Bir çoğunuz yok daha neler diyor hissediyorum. Ama biraz daha hayal gücü lütfen. Biraz daha geniş açı...

Dünyanın uğraştığı sorunlara bir bakın. Nereye ulaşmaya çalışıyoruz. Hiç... evet hiç bir yere. Birilerinin egosu tatmin olacak diye var gücümüzle uğraşıyoruz. Kim o birileri...? Kaldırın kafanızı açın gözlerinizi aklınıza ilk gelen ülke ve lider kim? :) Hah işte o... Hepimiz kendi tatminsizliğimizi dert etmeyi bırakmışız birilerinin eteğini çekiştiriyoruz. Bizi de alsın kucağına diye... Bekleyin canım aceleye ne gerek var. Elbet bizimde sıramız gelince oturacağız o kucağa.

İşte o hayvandan ayıran özellik olmazsa, onu değerlendirmeyi bilmezsen. O zaman git kardeşim milattan önce bilmem kaç yılına. Belki sana uyan şeyler oralarda duruyordur hala. O zaman senin zamanındır. Daha mutlu olacaksındır belki. Ne gerek var hukuk kuralları, ahlak kuralları, toplumsal değerlere falan. Yaşa işte nasıl istiyorsan. Ama bugün bu ortamda, hala paylaşmayı öğrenememişsek, hala önümüzdeki yemeği yerken bile hırlayarak yiyorsak, hala karın tokluğuna çalışırken birilerinin yüksek egolarını tatminle uğraşıyorsak. E ne işimiz var bizim teknolojiyle falan. Hala dini çözememiş, Allah inancını sorguluyorsak. Kendi inancımızdan başkasını inanç görmüyor, karalıyorsak. İnancın kişisel bir hak olduğunu anlamamışsak. Ne işimiz var bugünde.

Hala elimizde olan ülkenin değerini bilemeden başka dertler başka beklentiler peşinde koşuyorsak ve hatta bu beklenti peşinde koşanların nereye gittiğine bakmadan ben de gelmek istiyorum diye haykırıyorsak. Hala hepimiz kardeşiz diyerek birbirimizi kandırıyor sonrada birbirimizi sırtından hançerliyorsak. Vee hala bu ülke için görev yapanları pusuya düşürüp hainlik yapanları alkışlayıp, haklı görecek sebepler düşünüyorsak... Hadi gidin bir put yapın tapının 24 saat... Çok daha mutlu olursunuz inanıyorum ben buna. Bize bu kadar anlayış, demokrasi memokrasi çok fazla be. Biz anlayamadık medeniyet nedir. Hala o tek dişi ile uğraşıyoruz canavarın çünkü. Hani var ya şairin dediği "tek dişi kalmış canavar"... O dişi söktük söktük.. sökemedik o tek dişi ile kemirecek bizi. Yok yok... Bize fazla bu demokrasi, hak hukuk, eşitlik, kardeşlik. Biz gidelim 20 bin yıl önceki zihniyetle yaşayalım. Takılalım güçlü olan, güzel konuşanın peşine. o ne derse alkışlayalım.. Zamanın gereğini yapmış oluruz en azından. Bugünlerde ne yapacağımızı bildiğimiz yok, yaşıyoruz işte.. Gerisi boş nasılsa... Hadi... Güçlü olan kazansın be...

7 Eylül 2011 Çarşamba

İlk yaprak düştü...

Baharda, kış biterken cemreler düşer. Havaya, toprağa, suya. Coşturur hepsi, yürekler pır pır çırpınır. Aşka koşar ya da teşebbüs eder en azından herkesler. Gönül yayları gevşer bir bir. Toprak da uyanır vücut ta. Büyük bir bitkinlik halinden sıyrılarak uyanırız hep birlikte. Sonra bahar bayramı, hıdrellez derken... başlar yazın sıcak günleri. Tatil heyecanı sarar her yanımızı, gitsek de gidemesek de... Başlangıçta çok uzun gelen yaz günleri geçer bir çırpıda ve o ilk yaprak düşer hüzünle... Solmaya başlar yüreklerdeki heyecanlar. Sonbahar kızıllığında yaşanır duygular ve düşen her yaprak alır götürür yürekte taze kalan bir çok duyguyu...

Ayın etrafında hareler. Rüzgar olacak bu gece. Belki de fırtına sabaha karşı. Tutunmuş, direnen yaprakları sökecek yerinden. Sökecek ki ağaç kapansın içine. Yeniden uyanacağı günler için güç kazansın. Eğer uyanabilirse, çıkabilirse derin uykudan, yeniden başlayacak her şeye...

Neden ilkbahar hep aşkla anılırken sonbahar hüzünle beslenir?
Neden sonbahar gelince heyecan dolan yürekler korlaşmış bir taş gibi ağırlaşır?
Neden sonbahar denince hep bir yok oluş, bir düşüş hikayesi akla gelir.
Ve neden ben her sonbahar gelişinde düşen ilk yaprağa üzülürüm büyük bir hüzünle?

Şimdi vazgeçelim bu durumdan. Sonbahar tazelenmek olmasa da hüzün de olmasın. Sezon açılışı gibi bizde yeni yıla başlamış, yeniden başlıyormuş gibi olalım. Sonbaharda her şey düşerken yeniden başlayan tazecik projeler gibi, açılan okullar gibi, ilk defa okula başlayacak yavrular gibi... Başlasak olmazmı? Her şeye yeniden başlasak, aynı heyecanları tekrar yaşasak. Heyecanlansak yeniden, hep birlikte... Olmaz mı...?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...