Sayfalar

29 Haziran 2011 Çarşamba

Hadi onlar balık...

Bir soluk, derin ama çok derin bir soluk. Sonra tekrar aşağı, derinliklere kulaç atıyorum. Balıkların benimle eğlendiklerini görüyorum. Nefes alıp alıp yanlarına iniyorum, onlarda bana bakıyorlar alık alık.. Kaçmıyorlar ama. Çünkü her dalışımda onlara yiyecek taşıyorum. Ellerimle besliyorum nefesim yettiğince. 

Etrafta ne kadar balık varsa yavaş yavaş toplanıyorlar etrafıma. Beleş yiyecek dağıtan biri var nasılsa. Uğraşmadan, peşinden koşturmadan. Bu işi tüple dalış yaparak ta yapabilirim ama hayır böylesi daha eğlenceli. Şartlar eşit değil. Onlar benim insan olduğumu, onlardan olmadığımı, buralarda kalıcı olmadığımı ve en önemlisi yaşamak için havaya onlardan çok ihtiyacım olduğunu anlamalılar. Anlıyorlar mı bilmem ama o an için bana güveniyorlar.

Benim zararsız olduğumu anlıyorlar. Belkide bundan sonra onlara uzatılan her elin içindeki yiyeceğin benimki gibi masum olduğunu sanacaklar. Ucundaki kancayı, oltayı tahmin edemeyecekler. Gerçi onu da görseler unutacaklar nede olsa balık hafızası diye bir şey var. Beş saniyeyi hatırlıyorlar sadece. Tıpkı benim hava almak için çıktıktan sonra yanlarına gidişimde beni gördükleri ilk an her seferinde kaçıştıkları gibi. Yani bu hayvanlar evcilleşmiyor. Unutuyor çünkü..Sevmeyi de güvenmeyi de bilmiyor.. Sadakat nedir onuda bilmiyor. Kim güçlüyse, kim onu o an için doyuruyorsa onu iyi sanıyor. Sonrasını düşünemiyor. E balık nede olsa. Yaratılış maksadı insanları beslemek bir yerde.. Zaten akşam yemeğinde de ızgarada Çipura yiyorum. Sabah besle akşam ye. Ne vicdansızım ama. Yok ama beslediğim balıklara el sürmüyorum. Bunlar lokantadaki balıkçıların getirdiği balıklar. Benziyorlar ama benim beslediğim yerden değiller. Oralarda avlanmak yasak çünkü. En azından kural öyle uyarlarmı bilemem..

Hadi onlar balık. Yaşıyorlar alık alık. Balık olmayıp ta alık olmak nasıl bir şeydir ki.
Hani şurdan diyorum. Önümüz Ramazan, kurulacak çadırlar. Çok güzel şeyler bunlar. Takdir de ediyorum. Olmalı da diyorum ama sanki çok samimi değilmiş gibi hissediyorum. Ne olur kusuruma bakmayın ama öyle işte. Neden bilmiyorum ama çok uğraşsam da samimi bulamıyorum bu işleri. Çünkü aç insanlar sadece Ramazan'da aç kalmıyor. Çünkü aç insan zaten oruçta tutamıyor. Bir de o iftar çadırlarında yemek yiyenlerin belki sadece yüzde onu gerçekten muhtaç durumda.... Sonra biliyorum ki o çadırlarda yemek yiyenlerin çoğu oruçta tutmuyor. Öyleyse neden sadece Ramazan'da? Neden sadece Müslüman olanlara? Ya da neden sadece iftar yemeği?

Yani ne demiştim... Hadi onlar balık....

26 Haziran 2011 Pazar

Yoruldum...

Yoruldum uzak yollara giden dostları uğurlamaktan.
Yoruldum uzaklardan gelecekleri beklemekten.
Yoruldum uzaklıklardan.

Heyecanıma sarılıp yatamamaktan yoruldum.
Hedeflerimin peşinde koşup koşup kaybetmekten yoruldum.
Kazandığım her şeyin gerçekte manasız olduğunu anlamaktan yoruldum.

Hayatın içindeki sahtekarlıklara alışmak zorunda kalmaktan,
mutsuzluklara bahane aramaktan,
sıkıntılarımı şarkı sözlerinde gidermeye çalışmaktan yoruldum...

Dinlenmek istedim yorgunluklarımın bana vereceği gücü hissederek, alışkanlıklarımdan öte duyguların içinde...

24 Haziran 2011 Cuma

Silivri'deki utanç tablosu...

Eğer yolunuz Trakya’ya düşerse ve hatta Silivri’den geçerse, o gün orada görülen bir dava varsa lütfen hiç düşünmeden dalın dava salonuna. Görecekleriniz ve yaşayacaklarınız karşısında kanınız donacak, hayatınızı geçmişi ve bugünü ile birlikte bir daha gözden geçirecekiniz…
Ben öyle yaptım… girdim duruşma salonuna. Dava meşhur “balyoz” davasıydı. Sanıklar kalabalık, hüzünlü, ama enerjik. İzleyiciler buruk, heyecanlı ama çaktırmamaya çalışsalar da bitik.. Mahkeme başkanı sakin, sabırlı ama sabit.. Üyeler umursamaz, heyecansız ve donuk. Savcı ise tamamen şartlanmış, söylenenlere neredeyse kapalı..
Avukatlar ve sanıklar söz aldılar, konuştular, anlattılar.. Ortak merak suçlarının ne olduğu idi. Evet bir mahkeme var, sanıklar avukatlar herkes orada ama suçun ne olduğunu bilen yok. Tahliye ve beraat talepleri ile bitiyor tüm konuşmalar. İster istemez gözünüz kararı verecek hakimlere kayıyor. Öylece kalıyorsunuz çünkü dinlemiş yada anlamış bir halleri yok…
İlginç olan bunlar değil. İlginç olan sanık koltuğunda oturanların bu memleket için yaptıkları fedakarlıkların anlaşılamıyor ve düşünülemiyor olması… Hayatları pahasına çoğu zaman kendilerini düşünmedikleri gibi ailelerini de düşünmeyen, ülkesinin çıkarlarından başka bir işe kanalize olamayan, vatanını sevmekten asla vazgeçmeyecek ve ülkesi için ölmeye hazır olanlar yargılanırken belkide onların bu ülke için yaptıklarının onda birini bile yapmamış ve yapmayacak olanların bu insanları yargılıyor olması…
Herkes görevini yapacak elbette. Ama yürek dayanmıyor ki. Böylesi acımasız bir yargılama sürecini yaşayan başka bir milletin evlatları varmıdır. İnsan suç işleyebilir. Bu işlediği suçun nevi net olarak ortaya konur ve ceza neyse verilir. Ama bu davayı izleyen ben, suçlu göremediğim gibi, duruşma salonunu utanç içinde terk ettim. Çok büyük bir tarihi sürece tanıklık ediyor olmak ve sessizce duruşmayı izlemek beni çok  mutsuz etti. Sanık sandalyesinde oturanların hiçbiri ne ile suçlandığını bilmiyor. Avukatlar mahkeme başkanına ısrarla soruyor. “Biz aynı okuldan mezun olmadık mı?, aynı kanunları okumuyor muyuz?” diye. Öyleyse bu anlam karmaşası nedir diyorlar özetle.. Sonra bir başka avukat böyle bir davanın içinde olduğu için Türk hukukçusu olduğundan utandığını söylüyor. Herkes ama herkes utanç içinde ancak sonuç yok ortada. Onlar hala suçlu, bizler hala seyirci..
Türk subayını bu hale düşürenler, neyin yada kimlerin malzemesi olduklarının hangi zihniyete hizmet ettiklerinin farkında değiller mi? Benim askerimi 2003 yılında kafasına çuval geçirerek tutuklayan Amerikalı subaylar bile bu yapılanların karşısında önemsiz kalıyor. En acısı da evet en acısı da kendi ülkesinde, kendi hukuk sistemi ile ve kendi hakimleri tarafından yargılanıyor olmak. Hemde terör suçu ile vatan hainliği ile… Bunun ötesi varmıdır ki...
Bugün bu davada seyirciydim, yarın başka bir yerdeki davada sanık öbür gün bir başka davada  tanık olabilirim yada olabilirsiniz. Hiçbir şey yapamıyor olduğunuzu düşünseniz de lütfen orada anlamsız suçlamalarla yargılanan insanları yalnız bırakmayalım. Salona girdikleri zaman gördükleri kalabalık karşısında yüzlerinde azda olsa beliren tebessüm belkide hissedebilecekleri nadir mutluluklardan biriydi ve bence bu kalabalık destek her gün artmalı. Korkmadan, cesurca. Türk gençliğine ve toplumuna yakışan budur.  Bugün aciz bırakılanın yanında olanlar yarın aciz kaldıklarında arkalarındaki destekle ayakta duracaklardır… Yoksa hep birlikte torunlarımızın utanacağı bir tarihi yazıyor olmaktan hepimiz suçlu olacağız..
Silivri’de çizilen utanç tablosunu gördüm ve utandım. Bize bugünleri yaşatanların bir gün bunun hesabını vereceklerini bilerek daha bir dik çıktım salondan. Ülkesini seven insanların hiç bir şartta eğilmeyeceğini bildiğimden…

22 Haziran 2011 Çarşamba

Kıssadan hisse...

Uzun zamandır iş icabı dolaşmaktayım. Kimi zaman otobüs kimi zaman uçak kimi zaman minibüs. Bir at üstünde dolaşmadığım kaldı, ona da ramak kaldı... Çok gözlemledim insanları da yaşayış şekillerini de. Nedensiz işte öylece izledim. Sonra ben bu işlerdeyken seçimler oldu yurdumda. O zaman daha net anladım memleketimin manzaralarını. Daha net çözdüm insanlarımın hallerini.



Arkasında kırk tane yolcu olan bir şoför düşünün. Firma yada otobüsün kalitesi hiç mühim değil. Birde muavin dediğimiz yardımcılar var otobüs içinde dolaşan. Amaç nedir yolculuğun iyi geçmesi.. Hizmet işi yani. Oturuyorsunuz koltuğunuza, öndeki koltuğun arkasında minik ekran televizyon yayını var. Hatta wireless internet bağlantısı da.. Açıyorsunuz minik ekranı yanda bir kulaklık, takıyorsunuz kulağınıza, kulaklık o kadar çok yıpranmış ki haliyle kulağınıza yakıştıramıyorsunuz, muavine söylüyorsunuz durumu... Muavin şöyle bir bakıyor veee. "başka yok bununla idare et" diyor.. Anlamsız bakışıyorsunuz ama muavin zaten gitmiş bir şey söyleseniz de duymayacak.. Deneyelim bakalım diyorsunuz ama sorun bitmiyor çünkü kulaklık çalışmıyormuş. Muavin denen arkadaşa tekrar söylüyorsunuz durumu. "Valla çoğu arızalı, artık yapacak bir şey yok, görüntü ile idare et" diyor dalga geçercesine.. Sadece bakıyorsunuz bu sefer.. Yandaki arkadaşa bakıyorsunuz lap top var kucağında hevesle açıyor.. Muavinden şifre istiyor bağlanacak ya.. Muavinden yine yıkılacak bir cevap.. "yaa internet hep var diyolar da abi olmuyo genelde" diyor ve gidiyor pişkince...

Aynı muavin birazdan bir servis arabasının arkasında yiyecek içecek bir şeyler dağıtıyor. Yan koltukta yaşlıca bir amca uyumuş. Yanaşıyor yanına illaki verecek ya içeceği.. Dürtüyor amcayı.. "Amca bey, hemen de uyumuşsun yaa içiyonmu bişeyler?" diye soruyor aklınca şirin görünmeye çalışarak. Adam hafif gözlerini aralayarak bakıyor, kolunu kaldırarak yok diyor ama muavin ısrarlı "o zaman kraker bırakıyom buraya, uyanınca yersin" deyip devam ediyor. Gülüyorum artık..

O otobüsün içinde buna benzer bir çok örnek yaşandı. İlk molada muavinin yanına yanaştım. Merak işte rahat durdurmuyor beni. Ne mezunu olduğunu sordum. Dertliyim ya. Lise dedi.. Başka iş yaptın mı falan gibi saçma sorularla açmaya çalıştım genç arkadaşımı.. O da anlattı. Liseden sonra okuyamamış, zaten liseyi de zar zor bitirmiş. Sonra başlamış otobüslerde çalışmaya bu firmaya da bir akrabasının referansı ile girmiş, hatta bir ara müşterinin biri (ki o müşteriden bahsederken bir çok sıfat yapıştırdı isminin önüne) şikayet etmiş, ikaz etmişler..
Muhabbet böyle devam etti. Seçimlere kadar geldi konu. İlginçti açıklaması. aynen aktarıyorum..
-Abi, ben bu adamı çok seviyorum. Zaten biz Osmanlı değil miyiz. Padişahlık lazım bize. Buda çok uygun be abi..
"Madem liseyi bitirmişsin ne biliyosun padişahlık ve Osmanlı ve hatta Atatürk hakkında?" diye sordum.  "Ne bilicem abi" dedi. "Sanki tek başına mı yaptı. Kime sordu ki padişahı kovarken.. Ülkeyi kurtarmak kolaymı sanki". Daha fazla saçmalamadan konuyu kapatmak istedim. Ne zaman hareket ediyoruz diyerek geçiştirdim..

Sonuç olarak... Küçük bir anımı paylaştım çokça deşmeden çokça açmadan.. Kıssadan hisse ulaşırsınız bir yerlere. Merak edenlere cevap olması açısından. Bu muavinin adı Mümin'di. Firma önemli değil ama Mümin'lerden daha beter bilinçsizlik içinde milyonların olduğu bir ülkede yaşıyoruz hep birlikte bilesiniz...

Mümin lise mezunu, şoför ilkokul. Binmişiz bir alamete ve gidiyoruz. Canımızı kimlere emanet ediyoruz ve olan bitenden sonra ne hallerde kalıyoruz. Şoförlük kolaydır ama sorumluluk bilinci denen duygu öyle bir anda yeşermez insanda. Geçmek lazım bir takım merhalelerden. Yontulmak lazım kılıç kadar keskin kalem ucuyla.. Bilmek lazım acı yaşatırken empati yapmayı. E bunun içinde adam olmak lazım, yaptığımız işin hakkını vermek adına...

İşte budur ülkemi yönetmesi gereken insanları seçen insan manzaralarının bir bölümü.. Bana kızanlar olacağını biliyorum ama hazırım her şeye.. İsteyen herkesle dolaşırım memleketimin her köşesini karış karış. İsteyen herkese anlatırım yurdumun gerçek insanlarının nerelerde ne hallerde yaşadıklarını... Çok değil 40 yıl önce liseyi bitiren adamla bugün liseyi hatta üniversiteyi bitirmiş iki kişiyi yan yana getirme şansımız olsa anlardınız ne diyor bu deli adam...

Ülkeyi sevmek "seviyorum" demekle olmaz. Bilmek lazım gelmişini de geçmişini de.... Ayırt etmek lazım kendisi için çalışanla ülkesi için çalışanı... Takipçisi olmak lazım seçilenlerin seçtiklerinin...
Anlayana...

2 Haziran 2011 Perşembe

Üniversiteliye bir bakış...

Dün, sabahtan akşama kadar bir üniversitede idim. Hangi üniversite olduğunu söylemeyim. Bir şey olacağından değil, gerek duymadığımdan.
Kafeteryasında oturdum, kantininden bir şeyler aldım, bu arada işimi de hallettim tabii. Bütün bunları yaparken de biraz gözlemledim, öğrencileri.. Yok dehşete düşmedim, gençlerden hiç bir şey olmaz yada rezillik almış gidiyor düşüncesine de kapılmadım. Onları gruplandırdım, dört ana grup üniversite öğrencisi olduğuna kanaat getirdim.. Ama eskiyle yeniyi kıyaslamayı hiç düşünmedim, çünkü en anlamsız bulduğum şeydir gelişen teknolojiyi ve şartları düşünmeden, eski yıllarla bugünleri kıyaslamak...

1'nci grup; Kendini, bir halt zannedenler grubu. Bu gruptan olanların giyim kuşamı, duruşu ve kendilerine has bir özgüvenleri var. Aralarında gerçekten bir halt olanlar da vardır elbette..

2'nci grup; Ortama uyanlar grubu. Bu grupta olanlar için hayat çok kolay, canları nerede durmak ya da olmak istiyorsa orada yaşıyorlar. Pek bir şey umurlarında değil. Bir gün bu okul bitecek ve gidecekler. Hepsi bu..

3'ncü grup; Kendini bir halt zannedenlerin, gerçekten bir halt olduğunu zannedip onların peşinden gidenler grubu.. Bunlar biraz yancı, biraz otlakçı, birazda beleşçi olanlar. Ama sanki biat kültürü ile yetişmişler ve mutlaka bir gruba bağlanma ihtiyaçları var. O grubun liderine yani kendini bir halt zanneden arkadaşa yakın olmak en büyük hedefleri...

4'ncü grup; "Ben bu okula okumaya geldim" diye düşünen ve bu sebepten sürekli ders çalışan, etraftakilerle merhabalaşmaktan öte samimi olmayan, kafterya da bir şey içerken bile kitap karıştıranlardan oluşan bir grup. Ama bu grubtaki tipler genelde okulun ilk yıllarında belirip sonraki yıllarda ya kendiliklerinden yada arkadaş baskısına daha fazla direnemediklerinden 2'nci yada 3'ncü gruba kayıyorlar. Daha çok 3'ncü gruptan oluyorlar ama 1'nci gruptan olma şansları pek yok.

Biraz kategorize etmiş gibi oldum ama bunlar benim bir günlük gözlemlerim. Bunların dışında dikkatimden kaçmayan kafeteryada çalan müzikler. Hep Amerikan müziği. Tamam lafım yok, evrenseldir müzik. Ama bir tek Amerikalı şarkıcılar mı yapar bu evrensel müziği?

Güncel konulardan konuşulduğunu pek duymadım ama fikirleri olduğundan eminim. Bir görüşü olan öğrenci duruşunu da pek göremedim. Üniversite öğrencisinden çok lise öğrencisi havasındaydılar. Tabii ki 68 kuşağı görüntüsü aramadım ama ne bileyim, sanki biraz bir şeyler olmalı diye düşündüm. Ülkeyi yöneteceklerin çoğu buralardan çıkacak ve bizim daha üniversite çağlarında şekillenmeye başlamış yöneticilere ihtiyacımız var..

Eğitim sistemine lafım yok ama, üniversite öğrencisinin gündemin içinde hemde göbeğinde olup, olumlu yönde gelişmeye yardımcı olması gerektiğini düşünenlerdenim...

Hep sisteme bakacak değiliz ya biraz da içeridekilere bakalım..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...